Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ: Şehidini bilmeyenin dinini ve milletini bilmeyeceğini kararlılıkla ifade ediyorum

Cumhur İttifakı Millet Aklı

Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde geçtiğimiz Cuma günü yaşanan, planlı, sübjektif, tek yanlı ve sistematik biçimde büyütülüp asıl mecrasında saptırılan bir hadise, pek çok çevrede tartışılmış, esasen konuya dahil olanların meşrep ve mizacını deşifre etmiştir.

İlçe kaymakamımız Cuma Namazını kılmak üzere Kuba Camiine gitmiş, cemaatin safına girmiştir.

Minbere çıkan imam, Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan hutbeyi okurken şehitlerimize rahmet içeren bölümü ne hikmetse atlamış ve es geçmiştir.

Daha önceden hutbeyi internetten okuyan şuur sahibi Kulp Kaymakamımız, şehitlerimize rahmet dilenen kısmın okunmadığını fark edince imamı isabetle uyarmış ve hutbenin doğru okunmasını sağlamıştır.

Namazın hemen sonrasında, Kaymakamımız, bu imama neden mezkur bölümü okumadığını sorunca, “Bana baskı yapılıyor, o yüzden okumadım” cevabını almış, bunun üzerine de “sen devletin imamısın, kim baskı yapabilir” diye çıkışmıştır.

Kuldan korkanın Allah’tan korkusu olmaz, olamaz.

Baskı ve dayatmayla şehitlere rahmet dilememek, sorasında kaymakam şiddet uyguladı bahanesiyle küçücük bir çizikten darp raporu almaya tevessül etmek Müslümanca bir tavır değildir.

Müslüman yalan söyleyemez, Müslüman iftira atmaz, Müslüman nefret saçmaz, Müslüman Allah’tan başkasına asla eğilmez.

Şehitlerimizin tarifi Kur’an-ı Kerim’de, köşkleri cennette, yerleri de Müslüman Türk milletinin gönlündedir.

Huzurlarınızda Kulp Kaymakamımız Burak Akellerin tertemiz alnından öpüyor, onu yetiştiren anasına, babasına şükranlarımı sunuyor, Müslüman Türk duruşundan dolayı tebrik ediyor, başarılar diliyorum.

Konuyla ilgili hassasiyet gösteren İçişleri Bakanımız Sayın Ali Yerlikaya’ya da teşekkür ediyorum.

Kaymakamımızın haklı ve haysiyetli tavrına kim destek vermişse Allah razı olsun diyorum.

Bu üzücü hadiseyi fırsat bilip kaymakamımıza saldıran, suçlayan, hakaret eden, bu kapsamda kalem oynatıp sosyal medyadan kinlerini kusanları biliyoruz, sefil amaçlarını tanıyoruz, ancak hiçbirisine pabuç bırakmayacağımızı rehin altındaki kafalarına ve kalplerine sokmalarını da tavsiye ediyoruz.

Cumhur İttifakı’na husumet duyanlar bu vesileyle saklandıkları deliklerinden dışarı fırlamışlardır.

FETÖ’nün kundağında sallanan, maklubesofralarında kaşık sallayan alçaklar tek tek ortalığa dökülmüşlerdir.

DEVA’cılar, Serokçular, terör örgütü yandaşları, bölücüler, müfteriler, bayraksızlar, FETÖ’cüler, kriptocular, devlete ve millete diş bileyen namertler hemen kendilerini ele vermişlerdir.

Mesele sadece bir kaymakam ile bir imam arasında geçen tatsız bir olay değildir.

Pusuda bekleyip el ovuşturanların, milli birlik ve kardeşliğimizi bozmayı hedefleyenlerin provokasyonları bu tespitimizi iyice netleştirmiştir.

Serok Ahmet sana gelince, imamın darp edildiği yalanını servis edip peşine takılman, kaymakamımızı önyargılarının esiri olarak suçlaman şahsın ve zihniyetin adına münafıklık alametidir ve tövbe etmen temennimizdir.

19 Ocak 2024 Cuma günü camilere gönderilen hutbenin, okunmasından imtina edilen bölümünü buradan paylaşıyor, aziz şehitlerimizi hürmetle, rahmetle anıyorum.

Şehidini bilmeyenin dinini ve milletini bilmeyeceğini kararlılıkla ifade ediyorum.

Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma 

Muhterem Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Partimizin bu haftaki olağan Meclis Grup Toplantısı’na başlarken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden vatandaşlarımızı, 

Gönül ve kültür coğrafyalarımızda nice zorluğa göğüs gererek hayat mücadelesi veren kardeşlerimizi özlemle selamlıyor, hepsini kucaklıyorum.

Türk edebiyatının müstesna şahsiyeti Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar, “Beş Şehir isimli nadide eserine 25 Eylül 1960 tarihinde yazdığı önsözünde şunları kaleme almıştı:

“Hiç unutmam: Uludağ’da bir sabah saatinde, dinlediğim çoban kavalına birbirini çağıran koyun ve kuzu seslerinin sarıldığını gördüğüm anda, gözlerimden sanki bir perde sıyrılmıştı.

Türk şiirinin ve Türk musikisinin bir gurbet macerası olduğunu bilirdim, fakat bunun hayatımızın bu tarafına sıkı sıkıya bağlı olduğunu bilmezdim. Manzara hakikaten güzel ve dokunaklıydı, beş on dakika bir sanat eseri gibi seyrettim.

Bir gün Anadolu insanının his tarihi yazılır ve hayatımız bu zaviyeden gerçek bir sorgunun süzgecinden geçirilirse, moda sandığımız birçok şeyin hayatın kendi bünyesinden geldiği anlaşılır.”

Kanaatimce, Anadolu insanımızın his, yani duygu dünyasına nüfuz etmek hem siyaset insanın hem de fikir ve düşünce erbabının yegane hedefi olmalıdır.

Ancak bu sayede biz neydik, neyiz, nereye gidiyoruz sorularına makul ve mantıklı cevaplar bulabiliriz.

Türk milliyetçiliğinin duayen ismi Merhum Ziya Gökalp tarafından geliştirilen “Hars-Medeniyet” kuramını da halkın duygularından bağımsız ele almamız akıl işi değildir.

Merhum Gökalp’e göre hars, halkın kültürüdür ve demokratiktir; gelenekler, alışkanlıklar, adetler, sözlü ve yazılı edebiyat, müzik, din, ahlak, estetik ve ekonomik değerler içermektedir.

Halktan kopuk olanların, halkın değer yargılarına ve duygu alanına ters düşeceği açıktır.

Milli kültür yükseldikçe siyasetin ve siyaset insanlarının kalitesi de yükselecektir.

Bu yükseklik devlet ve milleti mukayeseli üstünlüğe kavuşturacaktır.

Vatana ruh katan, devlete ufuk kazandıran güç kaynaklarından birisi de milli duyguyu, milli kültürü, milli şuurla birleştiren ve buluşturan Anadolu irfanıdır.

İrfan; kısaca insanın kendini, kendi gerçeklerini, vicdanında saklı duran cevheri bilmesi demektir.

İstiklal ve istikbal haklarımızın yegâne güvencesi işte bu irfan kudreti, bundan mülhem inanç ve irade kutsiyetidir. 

Anadolu irfanına güveniyoruz, millet iradesini varlığımızın kilit taşı, kader tacı olarak görüyoruz.

Köküne yabancılaşmış, milli kültürden uzaklaşmış, manevi değerlerle arası kapanmamak üzere açılmış olan siyasi hilkat garibelerinin, hakikatte milletimizin hassasiyetlerine saygı duyması, hissiyat ve ülkülerine bağlı kalması mümkün ve muhtemel değildir.

Nefisleri azanlar, hırsları azgınlaşanlar, tezvirat ve tefrikayı yaydıkça yayanlar iflah olmaz hastalardır, bunun yanında ıslah ve terbiyeye kapalı duran muhterislerdir.

Bunların ne kendilerine ne de ülkeye ve millete en ufak faydaları dokunamaz.

Çıkarlarına düşkün oldukları ölçüde, insan onuruna saygılı değillerdir.

Koltuk, makam ve ikbal için her kötü role talip, her kirli ilişkiye hazır, her türlü rezalete razı, her neviden melanete hevesli olan malum siyaset devşirmelerine ülkemizin bağımsız ve parlak geleceği ise emanet edilemez.

Bu çerçevede, 14 Mayıs ve 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimlerinden sonra üçüncü demokratik fırsat olan 31 Mart Mahalli İdareler Seçimleriyle Türkiye’miz iyice hızlanacak, yerel yönetimlere vurulan paslı zincirler kırıp atılacaktır.

30 büyükşehir, 51 il, 922 ilçe, 386 belde olmak üzere, toplamda bin 389 belediyenin önümüzdeki beş yıllık yol haritası Türk milleti tarafından belirlenecek; bu belediyelerden zillete düşenler arınacak, cumhurda olanlar da şahlanacaktır.

Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerine yerel yönetimler kanalıyla baraj oluşturup engel çıkaranlar inanıyorum ki, kaybedenler kulübünde sıra sıratoplanacaklardır.

DEM’lenmiş CHP, Anadolu irfanı karşısında mağlup olacaktır.

Yeminli Türkiye düşmanları millet iradesi karşısında hayal kırıklığına uğrayacaktır.

Terör örgütleri, bölücü maşalar, ekonomik tetikçiler, sözde aydınlar, emperyalizmin piyonları, demokrasi muhalifleri, Cumhuriyet karşıtları; hakkın ve halkın aleyhinde kulis yapan iç ve dış bütün mihraklar 31 Mart’ta hiç unutulamayacakları bir ders alacaklardır.

Cumhur Bizim, Türkiye Hepimizindir.

Yeni yüzyılın umutlarını zedelemeye, heyecanlarını lekelemeye, yürüyüş ve yükselişini kösteklemeye hiç kimse muvaffak olamayacaktır.

Cumhur İttifakı 31 Mart seçimleriyle Türkiye’nin geleceğini hem inşa edecek hem de demokrasi meşalesiyle aydınlatacaktır.

Bildiğiniz üzere, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı, birbirinden değerli, saygın ve liyakat sahibi belediye başkan adaylarını kademe kademe açıklamaktadır.

Çok şükür adaylarımız milletimizin şimdiden takdirini kazanmıştır.

Şu ana kadar partimizin 385 belediye başkan adayı kamuoyuna ilan edilmek suretiyle duyurulmuştur.

İnandık, başarmak için çıktık yola, boyun eğmeyiz, teslim olmayız, taviz vermeyiz hiçbir odağa, hiçbir çıkar grubuna.

Tekrar söylüyorum: Cumhur Bizim, Türkiye Hepimizindir.

Ayırmadan, ayrışmadan, canla, başla Türkiye için çalışacağız.

Herkes için, herkese göre belediyeye birliğin gücüyle ulaşacağız.

Bir olacağız, diri olacağız, iri olacağız, doğru olacağız, dürüst olacağız, duruşumuzla göz dolduracağız.

DEM’lenmiş CHP’nin kimlere servis edildiği, kimlerin emellerine hizmet ettiği, yönetimi altındaki belediyelerde dönen rüşvet çarklarının nerelere kadar dayandığı, ayak oyunlarının ve yolsuzluk vakalarının nasıl volkan ağzı gibi patladığı artık herkesin bildiği ve gördüğü skandallardan yalnızca bir kısmıdır.

İstanbul Büyükçekmece Belediyesi’nde vuku bulan şaibeler,

Bu belediyenin CHP’li yöneticileri tarafından basın mensuplarına ve yaşlı bir hanımefendiye yönelik utanç verici kaba güç gösterileri elbette her vicdan sahibi tarafından telin edilmiştir.

DEM’lenmiş ve devrilmiş CHP’nin siyasi ayarları bozulmakla kalmamış, bu garabet ve köhne zihniyet milletle arasına duvar çekmiştir.

Bunların demokratlığı köprüden geçene kadardır.

Bunların halkçılığı ve insan sevgileri kelebeğin ömrü kadardır.

CHP’nin dikişi yama tutmayan Genel Başkanı’na bir hususu hatırlatmak isterim ki, Türkiye’de Dersim diye bir yer yoktur, olan ise tunç yüreklilerin yaşadığı Tunceli’dir.

İstanbul’u CHP’den ve DEM’ci bölücülerin tasallutundan kurtarmak bihakkın vatan borcu, fetih namusudur.

Ankara’yı, İzmir’i ve diğer belediyeleri CHP’den kurtarmak istiklalin şeref bahsi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e vefa gereğidir.

Ankara’da DEM’lenip Kandil’de dökülen CHP gidecek, yerel yönetimlerde hasretle beklenen huzur gelecektir.

DEM’lenmiş CHP gidecek, milli birlik ve kardeşlik güçlenecektir.

DEM’lenmiş CHP gidecek, Türk ve Türkiye Yüzyılı gerçekleşecektir.

Biz önümüzdeki 31 Mart seçimlerin tarihi önemde olduğunu düşünüyoruz.

31 Mart, 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinin tamamlayıcı üçüncü halkası, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yerel yönetimlerle tam manasıyla eklemlenip kökleşmesinin temin fırsatıdır.

CHP’de çatlak sesler, çarpık hedefler, çamur hesaplar öne çıkmıştır.

İç karışıklık ve tansiyon yüksekliği hat safhadadır.

Bünyesinde dirlik ve düzeni sağlayamamış bir partiye, davul ile tokmağın ayrı ayrı kişilerde bulunduğu bir siyasi acziyete güven duyulamaz, itibar edilemez, yerel yönetimlerde sorumluluk verilemez.

İstanbul Murad’ına erecek, Ankara’ya altı ok değil Altınok mühür vuracak, İzmir’de de Dağ’ın sıcaklığı Tuncu eritip savuracaktır. 

Cumhur İttifakı 31 Mart’ta, milli haklarımızın müdafaası için başarılı olmalıdır.

Cumhur İttifakı 31 Mart’ta, Türkiye’ye karşı sahnelenen beşinci kol faaliyetlerini kırmak için başarılı olmalıdır.

Cumhur İttifakı, siyaset ve diplomasi denklemlerinin Türkiye olmadan kurulamayacağının gösterilmesinin yanında, bölgesel ve küresel planda oyun kurucu vasfımızın devamı için başarılı olmalıdır.

Devletimizin bekası, milletimizin refahı, vatanımızın selameti için Cumhur İttifakı vardır, hazırdır ve mutlaka başaracaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi hiçbir kara propagandaya eyvallah etmeyecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi yüksek bir sorumluluk duygusuyla, azimli ve inançlı gönül insanlarımızın desteğiyle, teşkilatlarımızın her seviyesinde görev alan dava arkadaşlarımızın titiz çalışmalarıyla ve siz değerli milletvekillerimizin yoğun gayretleriyle üstüne ne düşüyorsa sonuna kadar yapacak, yurdumuzun her köşesinde 31 Mart’a hazırlanacaktır.

Nihayet 31 Mart seçimlerine hazırlık amacıyla planladığımız ilk açık hava toplantımızı, “Cumhur Bizim, Türkiye Hepimizin” temasıyla, Misak-ı Milli’nin ilan edilişinin 104’üncü yılında, yani 28 Ocak 2024 Pazar günü Mersin’de yapma kararı aldığımızı, 

Müteakiben 4 Şubat 2024 Pazar günü de Manisa Açık Hava Toplantımızı gerçekleştireceğimizi aziz milletimizle ve bu kentlerimizde yaşayan muhterem vatandaşlarımızla özellikle paylaşmak istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi kolları sıvamış, ya Bismillah diyerek yola koyulmuştur.

Elbette gayret bizden, takdir ve teveccüh aziz milletimizdendir.

Seferin adımı bizden, zaferin bereketi Cenab-ı Allah’tandır.

Sosyal medya belediyeciliğinin sonu gelmiştir.

Yalan ve iftiranın sonu gelmiştir.

Kaybolan, heba ve israf edilen yılların sonu görünmüştür.

Şehremini görevine kast etmekle kalmayıp ikinci iş görenlerin, hatta sözde Cumhurbaşkanı yardımcılığı vaadine kanıp şehirlerini yüz üstü bırakıp kaçanların hesabı da 31 Mart 2024 tarihinde muhakkak görülecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Bölgesel krizlerin sürekli tırmandığı, çatışmaların tahrik edildiği risk ve tehditlerle dolu bir dönemden geçiyoruz.

İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü katliamlar aralıksız devam etmektedir.

İnsani felaketler kahredici boyutlardadır.

Çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 25 bine yakın masum insan terör devleti İsrail’in kanlı saldırılarıyla hayattan koparılmıştır.

Gazze Şeridi yakılmış, yıkılmış, harabeye dönüşmüştür.

Birleşmiş Milletler, Gazze’de mukim 378 bin insanın felaket düzeyinde açıklık çektiğini açıklamıştır.

Gene Birleşmiş Milletlere göre, 2,3 milyon nüfusu olan Gazze’de 1,9 milyon insanın yerinden yurdundan çıkarıldığı ileri sürülmüştür.

Bunun yanı sıra, Batılı ülkeler İsrail’i silahlandırmaya, zulüm ve cinayetleri teşvik etmeye izansızca, insafsızca devam etmektedir.

Almanya’nın İsrail’e silah satışını 10 kat artırması, ABD’nin askeri, siyasi ve ekonomik desteği gözü, gönlü ve vicdanı kapalı şekilde yağdırması altını çizerek ifade ediyorum ki, işlenen soykırım suçuna aleni ortaklıktan başka bir şey değildir.

Zalimler mazlumların kanını nehir gibi akıtmaktadır.

İsrail-Filistin ihtilafının yumuşaması, kalıcı ateşkes ve barış ortamının yeşermesi için evvelemirde ilk şart iki devletli çözümün işlerlik ve işlevsellik kazanmasıdır.

Medyaya yansıdığı kadarıyla, ABD Başkanı Biden ile Netenyahu arasında yapılan bir telefon görüşmesinde iki devletli çözümün konuşulduğu, İsrail Başbakanı’nın buna sıcak yaklaşmaya başladığı iddia edilmektedir.

Gazze’de derhal ateşkes sağlanmalı, barış görüşmeleri için masa kurulmalı, başkenti Doğu Kudüs olan, 1967 sınırları temelinde bağımsız ve egemen Filistin devleti kabul edilmelidir.

Ağır insan hakkı ihlallerine son verilmelidir.

Bebekleri, çocukları, kadınları öldüren barbarların yakasından tutulmalı, burunlarından fitil fitilgetirilmelidir.

Dileğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bugün yapacağı Filistin konulu toplantısından bağlayıcı, uzlaştırıcı ve barışa hizmet eden bir kararın çıkmasıdır.

Gazze’de insani facia son sürat devam ediyorken, Yemen huzursuz ve sancılıdır, Çin-Tayvan ilişkisi gergindir, Rusya-Ukrayna krizi canlı ve dirençlidir.

Irak, İran ve Pakistan arasında çok ciddi gelişmelere yol açma ihtimali olan silahlı ve siyasi kutuplaşma yaşanmaktadır.

Bizim temennimiz dost ve kardeş ülkeler arasında sükûnet ve iyi ilişkilerin hakim olması, bölgesel savaşa dönüşebilecek provokasyonlardan mutlak surette kaçınılmasıdır.

Irak’taki bazı hedeflere yönelik İran saldırıları, hitamında İran’ın 16 Ocak’ta Pakistan’a, Pakistan’ın da 18 Ocak’ta İran’a yönelik füzeli saldırıları hiçbir şekilde meşru görülemeyecek, bu restleşmenin kazanını da sadece emperyalist unsurlar olacaktır.

Karşılıklı dostluk ve kardeşlik anlayışıyla, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı kriteriçerçevesinde her sorunun üstesinden barışçıl yollarla gelinecektir.

Çevremizde vasat bulan müessif hadiselere baktığımızda ülkemizin bir kuşatma altında tutulduğu görülecek, tarih sayfalarını dikkatle araladığımızda buna benzer zorlu dönemlerin sık sıkı tezahür ettiğine şahit olunacaktır.

Millet olarak yüzyıllardır devam eden küresel bir komplonun, dıştan kuşatmayı ve içten çökertmeyi amaçlayan mütecaviz bir saldırının hedefindeyiz.

Tarih boyunca kuşatma, karartma ve yıldırma politikaları hiç kesilmemiştir.

Türk milletinin varlığından ürken sömürgeci güçler değişik araç ve kanallardan sürekli olarak üzerimize hücum etmişlerdir.

Amaç Türk milletinin hâkimiyetini kırmak, gücünü dağıtmak, yönetimi altında bulunan coğrafi havzalardan çıkarmak üzerine bina edilmiştir.

Bunun için küresel mevziler tahkim edilmiş ve kalabalıklaştırılmıştır.

Kimi zaman iç hassasiyetleri kaşıyarak, kimi zaman etnik ve mezhep anlaşmazlıklarını kanatarak, kimi zaman hainleri görevlendirerek, kimi zaman da savaşlarla sonuç alınmak istenmiştir.

Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve çöküş aşamaları bunun ızdırap veren, bugünkü tabloyla ilişki ve irtibatı olan sayısız misallerle doludur.

İmparatorluğumuz ilk kuşatmaya deniz ve okyanuslarda maruz kalmıştır.

Ümit Burnu’ndan Hint Okyanusu’na çıkan batılı sömürgeciler alanımızı daraltmak için her yolu ve her şiddeti denemişlerdir.

İkinci kuşatma; Kuzey Afrika üzerinden yapılmış ve maalesef buralar hakimiyetimizden sökülüp alınmıştır.

Üçüncü kuşatma; Ortadoğu ve Arap Yarımadası üzerinden gerçekleşmiş, asırlarca bizim parçamız ve ayrılmaz bütünümüz olan topraklar teker teker kaybedilmiştir.

Mekke’den Medine’ye, Sana’dan Kudüs’e, Trablusgarp’tan Bingazi’ye kadar her yer sabun gibi elimizden kayıp gitmiştir.

Dördüncü kuşatma; Balkan coğrafyasında icra edilmiş, ne acıdır ki, vatan yaptığımız bu topraklardan anılarımız geride bırakılarak çekilmek zorunda kalınmıştır.

Nitekim Evlad-ı Fatihan’ın çilesi hala bitmemiş, hala özlem ateşi sönmemiştir.

Üsküp’ten Piriştine’ye, Selanik’ten Belgrat’a, Sofya’dan Budapeşte’ye, Gümülcine’den Kavala’ya, Bosna’dan Adriyatik’e kadar bir zamanlar çalınan türkülerimiz, söylenen şiirlerimiz, kurulan zafer şölenlerimiz yerini ölüm sessizliğine bırakmıştır.

Beşinci kuşatma da; Kıbrıs, adalar ve Kafkaslar üzerinden yapılmıştır.

Türk milleti, kaybede kaybede Türkiye Cumhuriyeti’ni bulmuş, çekile çekile sınırlarını çizmiştir.

Çizilen bu sınırlar, zaman aşımına uğramayacak Misak-ı Milli’yle belirlenmiş ve belgelenmiştir.

Bilinmelidir ki, Misak-ı Milli Mülkü Millettir, Millet ise sonuna kadar Türk’tür.

Bu kuşatmaların daha acımasızı, daha vahşisi, daha rezili bugün içimizdeki işbirlikçiler eliyle yürütülmektedir.

Bu defa hedef son yurdumuzdur.

Bu defa hedef kardeşliğimizdir.

Bu defa hedef milli birlik ve bekamızdır.

Bu defa hedef büyük milletimizin bizatihi varlığıdır.

Malum şer ittifakının üniter yapımıza cephe almasının gerçek nedenini burada aramak lazımdır.

İhanete methiyeler, milli değerlere saldırılar aşina olduğumuz bir gayeye yöneliktir.

O da devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü yıkmak ve yok etmektir.

Türklüğü etnik alt kümeye indirmeye çabalayan; milli ilke ve esaslara düşmanlık besleyen iç ve dış ihanet cephesinin faal olduğunu bilmeyen yoktur.

Türk milletini birbirine kırdırmaya ve sonra da dağılmış parçalarını yutmaya çalışan küresel düşmanlık muhalefet eliyle düşe kalka mesafe kaydetmektedir.

Ve şimdi yeni hedefleri 31 Mart’tır.

Sömürgeci efendilerinin tembih ve suflesiyle bölgemizdeki istikrarsızlıkları ülkemize ithal etmek için çırpınan mandacıları ve vatan hainlerini uyarıyorum, gittiğiniz yol, yol değildir, bu cüretiniz yanınıza kar değildir.

Bu vatanı, bu milleti, bu devleti canımız pahasına savunamazsak, dahası sizin şirret oyunlarınıza karşı sessiz ve seyirci kalırsak yastığımız mezar taşı, yorganımız kan olsun, duruşumuzdan ödün verirsek namus bize ar olsun.

İhanetin cezasız kalması, milli nitelikli kırmızıçizgilerin aşındırılması maksadıyla güya demokrasi ve özgürlük çağrıları yapanların niyeti bellidir.

Bu alçakların hesabı devlet ve millet arasında güvensizlik oluşturmak, kaosa ortamına davetiye çıkarmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni bölücülüğün ağına düşürmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

DEM’lenmiş CHP Türk milletine meydan okumaktadır.

Muhalefet milli ve manevi tüm kıymet hükümlerimize var gücüyle hançer sallamaktadır.

Bugünkü kuşatma yarılamazsa; bölgesel krizlerin yeni tatbik sahası Anadolu coğrafyası olacaktır.

İşte bu yüzden, işte bu sebeple 31 Mart seçimleri istikrar ile dağınıklığın, sadakat ile hıyanetin, şehit ile caninin, gazi ile gafletin, husumet ile muhabbetin, hizmet aşkıyla hüsran arayışının, cumhur ile zilletin, vatan ile satanların arasında yapılacaktır.

Kazanan Türkiye olacaktır.

Kazanan Türk milleti olacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Çağımızın milletler mücadelesi olduğu düşünüldüğünde, insanlığın gelişim seyrine pasif bir izleyici olarak ve edilgen bir zihniyet merceğinden bakılması kuşkusuz doğru sayılamayacaktır.

Tıpkı geçmişte olduğu gibi; ön alan, koordinat çizen, tayin ve tasdik eden bir pozisyona gelmedikten sonra beşeriyet kervanına yön vermemiz imkânsızı istemekle eşdeğerdir.

Türk milleti asırlarca doğudan yükselen ve doğunun bereketli bağrından çıkan ışık huzmesi olmuştur.

Türk-İslam medeniyeti buluşların, muhteşem eserlerin, sayısız mütefekkirin, kul hakkı gözeten ve adalete önem veren yöneticilerin sayesinde insanlığın itibar ve görkem koltuğundan uzunca bir müddet inmemiştir.

9. Yüzyılda yetişmiş ünlü matematikçi ve yüz akımız Muhammed İbn Musa el Harezmi ile yine aynı yüzyılda güneşin batıdan doğuya dönüşünü keşfeden astronom Fergani Batı’nın örnek aldığı ve gıpta ettiği büyük alimler olarak sivrilmişlerdi.

10.Yüzyılda Harezm doğumlu Biruni yaşadığı dönemin en önemli matematikçisi ve gökbilimcisi olmasının yanı sıra, dünyanın çapını bugünkü değere çok yakın hesaplayan büyük bir zekaydı.

Yine 10.Yüzyılda felsefe alanında muazzam çalışma ve eserleriyle ününe ün katan Farabi zamanının dışına taşmış fazilet sahibi bir alimdi. 

13.Yüzyılda Kırşehir emiri olan Nurettin Cibril Bin Cacabey’in rasathane inşa edip dönemin kendine özgü astronomi okulunu açtığı ve gökyüzünü incelediği hafıza kayıtlarımızda mahfuzdur.

Kopernik’ten 150 yıl evvel güneş merkezli teoriye benzer bir çalışmayı yapan İbnü’ş Şatir hala insanlık için çok anlamlar içermektedir.

15.yüzyılda uzaya yönelen Ali Kuşçu, 16. yüzyılda çizdiği haritalarla Dünya’yı kâğıda döken Piri Reis yaşadıkları çağlara sığmayan muazzam isimlerdir.

1450 yılında Semerkand Rasathanesi’ni kuran, başını uzayan çeviren Uluğ Bey’in nice alim ve gökbilimciye ilham olduğu açıktır.

Tarih kitapları Ümit Burnu’nu Portekizli denizci Dias’ın keşfettiğini, bundan on sene sonra da VascoDa Gama’nın buradan geçerek Hindistan’a ulaştığını yazmaktadır.

Ne var ki, doğru dürüst hiçbir yerde, mesela devrin meşhur Müslüman denizcisi Ahmet İbnMacid’in Ümit Burnu’nu çoktan geçtiği anlatılmamakta ve itiraf edilmemektedir.

16.Yüzyılda, astronomi bilgini, matematikçi, mühendis, mekanik bilimci Takiyüddin Efendi Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük rasathanesini 1575’de Tophane’de kurmuştu.

1577 yılının Kasım ayında, İstanbul semalarında 1577 kuyrukluyıldızı gözlemlemişti.

Takiyüddin Efendi, kuyrukluyıldız görülmesinin sonucunda bazı kehanetlerde bulunmuş ve müjdeli haberlerin alınacağını söylemişti.

Ancak bunun tam aksine vahim bir veba salgını ile büyük bir deprem baş göstermişti.

Deprem ve vebayı fırsat bilen bazı çevreler felaketlerden Takiyüddin Efendi’yi ve Rasathaneyi sorumlu tutmuştu.

İç huzursuzluğun gittikçe derinleşmesi karşısında, Padişah 3.Murad, İstanbul Rasathanesi’nin yıkılmasını emretmiş, bunun üzerine 21 Ocak 1580’de Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa denizden top atışıyla Rasathaneyi enkaza çevirmişti.

Bu talihsiz ve tarihi hatanın arka planında, devrin önemli isimlerinden Hoca Saadettin Efendi ile Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi’nin acımasız rekabeti olduğu iddia edilegelmişti.

Her şeye rağmen arifler, pirler, hikmet ve hidayet sahibi muhterem zatlar, ilim ve irfan konusunda göz nurumuz olan akılla kalbi bağdaştırmış, duyguyla mantığı birleştirmiş insanlık şaheserleri şüphesiz medeniyetimizin beşiğinde sallanmışlardır.

Türk-İslam kudreti yalnız kılıçla, yalnız fütuhatla, yalnız cihat ve gazayla başarıya ulaşmamış; hepsinden önemlisi kalemle, kitapla ve tefekkürle gücüne güç katmıştır.

Çağlar boyunca bugünleri bile imrendirecek şekilde kütüphaneler dolmuş taşmış, mürekkep nehrinden kitap ummanı oluşmuş, madde ve manayı ortak bir idealde buluşturan, insanlığın yararına vakfeden derin kavrayış kıtaların ruhuna sinmiştir.

Üzülerek söylemeliyim ki Türk-İslam kültürü gelişme rotasını koruyamamıştır.

Bilim ve teknikte gerçekleştiremediğimiz sıçrama; sosyal, siyasal ve ekonomik maliyetlerin daha da kabarmasına sebebiyet vermiştir.

İstikrarlı olmayan, sosyal barışı sağlayamayan, huzuru bulamayan, denge ve düzeni yakalayamayan bir ülkenin kalkınması ve medeniyet pistinden kalkışa geçmesi elbette mümkün değildir.

Barış ve kardeşlik korunmadan, toplumsal düzen ve denge temin edilmeden, ben yerine bizi, bencillik yerine yardımlaşmayı, aç gözlülük yerine paylaşmayı, acımasız rekabet yerine dayanışmayı ikame etmeden herhangi bir yere varmamız düşünülemeyecektir.

Bu nedenle birliğimizi ve varlığımızı her düzeyde muhafaza etmek geçmişte övündüğümüz dönemleri aşmak için ilk ve en önemli kural olarak görülmelidir.

Takdir edersiniz ki, tarih bir milletin hafızası, geçmişte neleri yaşadığının bugünlere uzanan özet ve belgesidir.

Tarihi olaylar, doğru ders çıkarıldığı zaman geleceğe ışık tutarken yanlış öğrenildiğinde telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açacaktır.

18 Ocak’ı 19 Ocak’a bağlayan gece yarısı, saat 00.49’da Türk milletinin sinesinden doğmuş bir vatan evladını, milletimizin uzay misyonunu temsil eden, geçmişle geleceği buluşturan, tarihin farklı dilimlerinde yaşayan Müslüman Türk astronomi dehalarının rüyasını gerçekleştiren bir yüz akımızı uzaya uğurladık.

Mazinin ihtişamlı devirlerinin tekrar dirilişe geçmeye başlamasından kuşkusuz bahtiyarlık duyduk.

Mersin Silifke doğumlu Albay Alper Gezeravcıkardeşimizin de içinde bulunduğu 4 astronotu taşıyan kapsül yaklaşık 36 saatlik yolculuktan sonra geçtiğimiz cumartesi günü Uluslararası Uzay İstasyonu’na kenetlenmiştir.

Bu gelişme Türkiye ve Türk milleti için tarihi değer ve önemdedir.

İstikbalin göklerde olduğunun teyidi yapılmıştır.

Bir gün gelecek uzayda çok daha büyük keşiflere, çok daha büyük mucizelere Türk çocukları imza atacaktır. Ümidim ve niyazım budur.

Türk milleti artık uzaydadır, burada ben de varım demiştir.

14 gün boyunca uzayda kalacak Alper Gezeravcıkardeşimize çalışmalarında başarılar diliyor, sağ salim şekilde dönmesini temenni ediyorum.

Bu süreçte en büyük desteği veren Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, emeği geçen herkese yürekten teşekkür ve tebriklerimi iletiyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde geçtiğimiz Cuma günü yaşanan, planlı, sübjektif, tek yanlı ve sistematik biçimde büyütülüp asıl mecrasında saptırılan bir hadise, pek çok çevrede tartışılmış, esasen konuya dahil olanların meşrep ve mizacını deşifre etmiştir.

İlçe kaymakamımız Cuma Namazını kılmak üzere Kuba Camiine gitmiş, cemaatin safına girmiştir.

Minbere çıkan imam, Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan hutbeyi okurken şehitlerimize rahmet içeren bölümü ne hikmetse atlamış ve es geçmiştir.

Daha önceden hutbeyi internetten okuyan şuur sahibi Kulp Kaymakamımız, şehitlerimize rahmet dilenen kısmın okunmadığını fark edince imamı isabetle uyarmış ve hutbenin doğru okunmasını sağlamıştır.

Namazın hemen sonrasında, Kaymakamımız, bu imama neden mezkur bölümü okumadığını sorunca, “Bana baskı yapılıyor, o yüzden okumadım” cevabını almış, bunun üzerine de “sen devletin imamısın, kim baskı yapabilir” diye çıkışmıştır.

Kuldan korkanın Allah’tan korkusu olmaz, olamaz.

Baskı ve dayatmayla şehitlere rahmet dilememek, sorasında kaymakam şiddet uyguladı bahanesiyle küçücük bir çizikten darp raporu almaya tevessül etmek Müslümanca bir tavır değildir.

Müslüman yalan söyleyemez, Müslüman iftira atmaz, Müslüman nefret saçmaz, Müslüman Allah’tan başkasına asla eğilmez.

Şehitlerimizin tarifi Kur’an-ı Kerim’de, köşkleri cennette, yerleri de Müslüman Türk milletinin gönlündedir.

Huzurlarınızda Kulp Kaymakamımız Burak Akellerin tertemiz alnından öpüyor, onu yetiştiren anasına, babasına şükranlarımı sunuyor, Müslüman Türk duruşundan dolayı tebrik ediyor, başarılar diliyorum.

Konuyla ilgili hassasiyet gösteren İçişleri Bakanımız Sayın Ali Yerlikaya’ya da teşekkür ediyorum.

Kaymakamımızın haklı ve haysiyetli tavrına kim destek vermişse Allah razı olsun diyorum.

Bu üzücü hadiseyi fırsat bilip kaymakamımıza saldıran, suçlayan, hakaret eden, bu kapsamda kalem oynatıp sosyal medyadan kinlerini kusanları biliyoruz, sefil amaçlarını tanıyoruz, ancak hiçbirisine pabuç bırakmayacağımızı rehin altındaki kafalarına ve kalplerine sokmalarını da tavsiye ediyoruz.

Cumhur İttifakı’na husumet duyanlar bu vesileyle saklandıkları deliklerinden dışarı fırlamışlardır.

FETÖ’nün kundağında sallanan, maklubesofralarında kaşık sallayan alçaklar tek tek ortalığa dökülmüşlerdir.

DEVA’cılar, Serokçular, terör örgütü yandaşları, bölücüler, müfteriler, bayraksızlar, FETÖ’cüler, kriptocular, devlete ve millete diş bileyen namertler hemen kendilerini ele vermişlerdir.

Mesele sadece bir kaymakam ile bir imam arasında geçen tatsız bir olay değildir.

Pusuda bekleyip el ovuşturanların, milli birlik ve kardeşliğimizi bozmayı hedefleyenlerin provokasyonları bu tespitimizi iyice netleştirmiştir.

Serok Ahmet sana gelince, imamın darp edildiği yalanını servis edip peşine takılman, kaymakamımızı önyargılarının esiri olarak suçlaman şahsın ve zihniyetin adına münafıklık alametidir ve tövbe etmen temennimizdir.  

19 Ocak 2024 Cuma günü camilere gönderilen hutbenin, okunmasından imtina edilen bölümünü buradan paylaşıyor, aziz şehitlerimizi hürmetle, rahmetle anıyorum.

Şehidini bilmeyenin dinini ve milletini bilmeyeceğini kararlılıkla ifade ediyorum.

O hutbede okunmayan bölüm şöyleydi:

“Hepimize düşen, birlik, beraberlik ve kardeşliğimizden asla ödün vermemektir. 

Din, Kur’an, vatan ve ezan gibi mukaddesatımız etrafında birbirimize kenetlenmektir. 

Şehitlerimizin uğruna canlarını feda ettikleri ulvî değerleri yaşamak ve yaşatmaktır.

Geçen hafta hain bir terör saldırısı nedeniyle vatan evlatlarımız şehadet makamına ulaştı. 

İnanıyoruz ki, Rabbimizin rahmeti şehitlerimizin üzerinedir. 

Onlar, kendilerine müjdelenen cennet nimetleriyle sevinmektedirler. 

Şehitlerimizi ve gazilerimizi yetiştiren anne babalar başımızın tacıdır. 

Onların eş ve çocukları en değerli emanetimizdir. Biliyoruz ki, Allah’ın yardımı müminlerle beraberdir ve zafer inananlarındır. 

Vatanımıza göz diken, milletimize ve ümmet-i Muhammed’e düşmanlık besleyen, Filistin’de bebek, kadın, yaşlı demeden masumları katleden işgalci zalimlere gelince, onlar, mutlaka kaybedeceklerdir.”

Sözlerime son vermeden önce, 32 yıl önce aşırılıkçı Hindu çetelerinin altında tapınak olduğu iddiasıyla yıktığı Babür İmparatorluğu’ndan kalma 1528 tarihli Babri Camisinin yerine inşa edilen Rama Tapınağı’nın dün törenlerle açılmasından duyduğum üzüntüyü paylaşıyor, Hindistan yönetimini kınıyorum.

Ayrıca emekli maaşlarıyla ilgili iyileştirmeleri desteklemekle birlikte, emeklilerimizin daha fazlasını hak ettiklerine samimiyetle inanıyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*