Milliyetçi Hareket Partisi, siyasetteki tutarlılık ve ahlaki çizgisinden kopmadan, dün söylediklerini bugün tekzip edecek zaaf emaresi göstermeden milli birlik ve kardeşliğin müdafaasından yanadır.
Bize akıl danelik yapanlar, ileri geri konuşanlar, har vurup harman savuranlar, tantanayla oyalananlar her şeyden önce fırsatçı kurnazlığıyla ve istismar yamyamlığıyla sonuç alamayacaklarını, sıtma ile ölüm arasında bir seçeneğe zorlamalarının beyhude bir çırpınış olduğunu idrak etmeleri bizatihi önerimdir.
Bizim ülkücülüğümüzü sorgulamaya, vatanseverliğimizi tartıya çıkarmaya cüret ve teşebbüs eden yeni yetme siyaset döneklerine, kalbimizdeki dava ve vatan aşkının bir günlük sadakasını versek alayına ömürleri boyunca yetecektir.
Yaptığımız ve söylediğimiz her şeyin arkasındayız.
Utanacak, sıkılacak ve mahcubiyet duyulacak bir açığımız yoktur.
Biz gelecek seçimlerin hesabını değil, gelecek nesillerin ve geleceğin süper güç Türkiye’sinin hedef ve hesabındayız.
Geçmişte çekilen acıların ve akan gözyaşlarının geleceği perdelemesine tahammül edemeyiz.
Torunlarımızın, aynı felaketlere muhatap olmasını asla, kata, bihakkın istemiyoruz.
Günü kurtarmanın değil, geleceği kurmanın ve kurgulamanın istikametinde sağlam adımlarla ilerlemenin samimi düşüncesindeyiz.
Ülkücü olmanın, ülkücü yaşamanın, hayata da ülkücü olarak gözlerimizi kapamanın sırrını ve esasını bu kapsamda tarif ve telakki ediyoruz.
Ülküyle yanıp tutuşan dava neferlerinin konforlu alanlara tenezzülden ziyade, risk alarak, mihnetleri atlatarak, saldırıları aşarak Türk milletine ve Türkiye’ye fani hayatlarını bir siyaset ve düşünce mihverinde adamalarının şeref kadar değerli olduğunun farkındayız.
Oyumuz artıyormuş, oyumuz azalıyormuş, arkadaşlar, aziz milletim, vatan tehdit altındayken, milli güvenlik duvarlarımız hain akınlarla sallanıyorken, oy ve seçim endişesiyle başımızı kuma gömmek bizim kitabımızda yazmayan alçalma ve aşağılanma halidir.
Böyle bir şeyi de tamamen reddediyoruz.
Terörün bitmesi milli ülküdür.
Bu ülkü siyasi namus simgemizdir.
Kürt kardeşlerimizle kucaklaşarak milli birlik ve kardeşlik hukukunu Türkiye’nin düşmeyecek kudret ve kuvvet mevzii haline getirmek geleceğe ve geçmişe sadakat nişanemizdir.
Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Saygıdeğer Misafirler,
Değerli Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis Grup Toplantımızın başında hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından olmak suretiyle; televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden tüm vatandaşlarımıza,
Gönül ve kültür coğrafyalarımızda haysiyet ve hürriyet mücadelesi veren tüm kardeşlerimize yürekten selamlarımı iletiyorum.
Tanin Gazetesi Başyazarı Merhum Muhittin Birgen, fikir aydınlığıyla hem önümüzü hem de gönlümüzü aydınlatan Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp’i şöyle tarif etmişti:
“O, ilk defa olarak Avrupa’yı Türk’e göre okumuş, Türk gözüyle incelemiş, Türk ruhuyla anlamış insan olarak ortaya çıkmıştı.”
Sahip olduğumuz tefekkür mirası kapsamında diyebilirim ki; dünyayı Türkçe okuyuşumuzun, dünyaya Türkçe bakışımızın, hayatı ve hadiseleri Türkçe kavrayışımızın dayanağı Merhum Ziya Gökalp’in düşünce temelinde oluşmuş ve olgunlaşmıştır.
Geçtiğimiz pazar günü vefatının 86’ıncı yıl dönümünde saygıyla ve rahmetle andığımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, 17 Şubat 1931’de Adana’da söylediği gibi; “Türk demek aynı zamanda Türkçe demektir.”
Sadece çağın ve zamanın felsefi ruhuna farklı anlamlar yüklemekle sınırlı kalmamalıyız.
Bunun yanında, belki daha da ötesinde, gözlerini açan tarihin, ayağa kalkan coğrafyanın bilcümle mesajlarını satır satır almanın ve anlamanın sırrına erişmeliyiz.
Geleceğin yol haritasını milli ve manevi değer hükümlerimizle çizmenin amaç ve arayışında olmalıyız.
Başta bölgemiz olmak üzere, yerkürenin her köşesine hızla kayan, giderek sertleşen risk ve tehdit kuşağını, günbegün yaygınlaşan anlaşmazlık ve ihtilaf alanlarını tedbirli bir hazırlık içinde takip etmeliyiz.
İçimize kapanarak, yabancı değer yargılarına kapılarak, kaynağımızdan koparak baş döndüren kaotik gelişmelerin ilerleyiş ve istikametini lehimize çeviremeyiz.
Kendimize özgü fazilet ve meziyetlerimizle, gıpta edilen haslet ve kabiliyetlerimizle, elbette Türk coğrafyasından süzülüp gelen muazzam kardeşlik ve kültür hazinelerimizle yekvücut halinde tarihe mühür vurmalıyız.
Bunun için de oku en uzağa fırlatacak gerilmiş yay gibi pozisyon almalıyız.
Siperlerimizden çıkıp görüş açımızı 360 dereceye ulaştırmalıyız.
Nefret, şiddet ve ihanetle teçhiz edilmiş hastalıklı bir güruhu önümüzden ve ömrümüzden cesaretle ayıklamalıyız.
Sökün eden Türk Devri’nin, şafağı söken Türkiye Yüzyılı’nın hiç sönmeyecek meşalesi altında el ele birleşmeli, ferden ferda kenetlenmeliyiz.
6 Kasım 2024 tarihinde, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sayın Caparov’un ev sahipliğinde Bişkek’te toplanan Türk Devletleri Teşkilatı’nın 11. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi heyecanlarımızı kamçıladı, hedeflerimizi kanatlandırdı.
“Türk Dünyasının Güçlendirilmesi: Ekonomik Entegrasyon, Sürdürülebilir Kalkınma, Dijital Gelecek ve Herkes için Güvenlik” temasıyla düzenlenen, imzalanan sekiz anlaşmayla da perçinlenen mezkur zirve fikri ve siyasi müktesebatımızı yeni umutlarla ikmal etti.
Türk Devletleri Teşkilatı, 15 yıllık uzun sayılmayacak mazisine rağmen İsmail Gaspıralı Beyin “dilde, fikirde, işte birlik” fikriyatının çok şükür kurumsal ve eylemsel çatı kuruluşuna dönüştü.
Zirve’de Sayın Cumhurbaşkanımızın ileri seviyeye ulaşan ülkü birliğini ifadeyle, İsmail Gaspıralı Beyin meşhur sözünü ihtiva eden hatıra parayı Türk devlet ve hükümet başkanlarına takdimi medyunu şükran duyulacak bir adamlık ve alicenaplık örneği olarak sivrildi.
Türk Dünyası 2040 vizyonu hedefleri kademe kademe inşallah gerçekleşecektir.
Bu kapsamda Dijital Ekonomi Ortaklık Anlaşması üzerindeki müzakerelerin tamamlanmış olması, diğer alanlardaki uyum ve işbirliğinin gün geçtikçe ivme kazanması hakikaten çok değerli gelişmelerdir.
Bilinmesini özellikle arzu ederim ki, Türk Dünyası vizyonunun tezahür etmesi maksadıyla Milliyetçi-Ülkücü Hareket üzerine ne düşüyorsa eksiksiz ve gecikmeksizin yapmanın azmindedir.
Ülküde birliğin, ülkede birliğin, ilkede birliğin tıpkı derelerin çağlayıp denizlerle buluşması gibi, Türk Devri’nde gerçekleşeceğine canı gönülden inanıyor, Türkistan’da tarihin yeniden kaleme alınacağını ümit ediyorum.
Türk Devletleri Teşkilatı dünya çapında huzur, güvenlik, istikrar, refah ve barış markası olmaya; karanlığın ortasından güneş gibi parlamaya sonuna kadar namzettir, buna da ziyadesiyle layıktır.
Gönül ve ülkü birliğiyle aşılamayacak hiçbir engel yoktur.
Önemli ve kayda değer bir sonuç da ortak alfabe konusunda alınmıştır.
2022 yılında başlayan çalışmalar 2024 yılı Eylül ayında tamamlanmış, 34 harften mürekkep ortak alfabe çerçevesinde uzlaşma sağlanmıştır.
Bu gelişme tarihi bir adımdır, makus talihin ters döndüğünün işaretidir.
Aynı zamanda Türk kültür hayatının diriliş beyannamesidir.
Türkiye, Azerbaycan ve KKTC’nin ortak alfabeye hazır olması Türk birliğinin müjdesidir.
Türk Dünyasına birlik ve beraberliğin cemresi düşmüştür.
Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in aynen dediği üzere;
Ektik, ektik yetişecek,
Çoğu gitti azı kaldı.
Bütün yollar bitişecek,
Çoğu gitti azı kaldı.
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın yeni alfabeye geçiş için inisiyatif başlatmasıyla da ayrılan sularımız birleşecek, hasretimiz bitecek, Issık Gölü’nün hatıraları, Ötüken sancağının hedefleri asırlar sonra hakiki mana ve mecrasına kavuşacaktır.
Ayrıca KKTC’nin Bişkek Zirvesi’nde onur konuğu ve gözlemci üye ülke olarak katılmasının kısa zamanda resmi üyelikle taçlanması dileğimdir.
Aynı şekilde gözlemci üye ülke Türkmenistan’ın da resmen üye olması samimi niyazımdır.
Önümüzdeki dönemi Türk Dünyası Yüzyılı yapmak için çağrıda bulunan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Türk Devletleri Teşkilatı’nın devlet ve hükümet başkanlarına en halisane takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum.
İstikbalin iradesi, dünyanın öne çıkan itibar ve iddiası Türk milletidir.
İzmir’de, partisinin içine sürüklendiği çalkantılarından mustarip olduğunu itiraf eden ve telaşla “ülke gündemine döneceklerini” açıklayan CHP Genel Başkanı’nın, dönüş yolunda uçuruma savrulmamasını, döneyim derken batma tehlikesini yabana atmamasını temenni ederim.
Onlar dönsün dursun, dikkat etsinler fazla dönüş denge ve şuur kaybına yol açıp yere de düşürebilir.
Düşen tutunacağı dalı seçemez.
Ancak dönen dönsün biz dönmeyiz yolumuzdan.
Dönenlere, devşirilenlere, demlenenlere, devrilenlere, satanlara, saklananlara, kaçanlara, kaypaklara, korkanlara aldırmadan, bizim yolumuz Türk Devri’dir, bizim yolculuğumuz Türk Dünyası Yüzyılı ve Türkiye Yüzyılı’dır.
Büyük mutasavvıf Ebü’l Hasan Harakani’nin meşhur sözünden ilham alarak diyorum ki, Horasan’dan Kudüs’e kadar bir insanın ayağına taş değip diken batsa acıyan bizim canımızdır, kanayan bizim yüreğimizdir, ağlayan bizim gözümüzdür.
Fırat’ın kenarında bir kuzuyu canavar kapsa dert bizim derdimiz, mesele bizim meselemizdir.
Dünyanın neresinde bir Türk ve Müslüman ıstırap çekse, insani felaketlerin kurbanı olsa, çile ve zulümlere maruz kalsa, gece başımızı koyduğumuz yastığın taş kesilmesi, yorganımızın buz olup üstümüzü örtmesi, vicdanımızın zelzele gibi titremesi vallahi mukadderdir.
“Dünyada bir kişi üşüyorsa, sen ısınma hakkına sahip değilsin” diyen Hz. Mevlana’nın nasihati duruşumuzun ve duygularımızın en has tercümanıdır.
Türk Yüzyılı ve Türk Devri, sağduyunun saf ışığı, mazlum gönüllerin taze nefesi, beşeriyetin barış timsalidir.
Türk Yüzyılı ve Türk Devri, Hüseyinzade Ali Bey’in tohumlarını saçtığı Turan ülküsünü filiz filiz büyütecek, gölgesiyle huzur verecek bereket iklimi ve yeryüzü saadetidir.
Gerçeği bilen, başkaları farklı düşünüyor diye onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem de alçaktır.
Bir insanın benden başka herkes aldanıyor demesi kuşkusuz zordur, fakat sahiden herkes aldanıyorsa üretilecek hiçbir bahane de yoktur.
Yıllarca bir hayal peşinde koştuğumuzu söyleyip aldandığımızı ve aldattığımızı ileri sürenler şimdi mahcubiyet kazanının dibinde kalın bir tortu halindedir.
Merhum Cemil Meriç, “Yürümesini bilmeyenler koşanlara kızarlar.” demişti.
Ülküsü olmayanlar, inancı ve iradesi bulunmayanlar, önümüze taş koyup sayısız iftiralarla bizi susturmaya çalışsalar da başarılı olamamışlardır.
Onlar imanlı kalplerin, millet sevdalısı dava insanlarının haklı çıkmasından ödleri patlıyordu.
Çünkü inanmış bir Türk milliyetçisi için zor diye bir şeyin olmadığını, imkansızın da sadece zaman alacağını onlar bilmese de, şerefli mazimiz ve kahraman dava arkadaşlarımız bunun canlı tanıklarıdır.
Kalem elimizde, kader önümüzde, kardeşlik bağrımızda, tarihi baştan ayağa yeniden yazmak elimizdedir.
Bu fırsat kaçmamalı, Türk Birliği hayal safhasında kalmamalıdır.
Diyor ya Aziz Atatürk:
“Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim.
Böyle doğdum.
Böyle öleceğim.
Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır.
Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım.”
Biz de Türk milliyetçisi olarak doğduk, öyle yaşadık, öyle öleceğiz.
Nitekim akan hayat planımızın özü ve özeti bu şekildedir.
Düz, sade ve mütevazı hayatımız ülkülerimizle anlam bulmuş ve bilenmiş, ülkücülüğümüzle berraklaşmış ve bıçkınlaşmıştır.
Kuru gürültülere pabuç bırakmayacağız.
Hamaset ve habaset tuzaklarına takılmayacağız.
Sistemli ve şiddetli tahriklere aldırmayacağız.
Vatan ve millet sevgimizin rüştünü şehadetlerle, fedakârlıklarla, mağduriyet ve mahpusluklarla tescilledik, gerekirse aynılarını bir kez daha yaşamaktan kaçmayacağız, kaçınmayacağız.
Düşünü kurduğumuz ne varsa düşünce dünyasına daldık, müteakiben dününü öğrendik, bugünkü düğümlerini çözmek için mücadele ettik.
Allah ecelden aman verirse, Türk Birliğini mutlaka göreceğiz, maksadımıza ve muradımıza da ereceğiz.
Muhterem Arkadaşlarım,
Dünya çapında sıcak çatışma alanlarının devamlı genişlediği, hatta çıta yükselttiği anlaşılmaktadır.
İnsanlık gerçekten de dehşet ve şiddet sarmalına adeta hapsedilmiştir.
Mazlum milyonlar can çekişmekte, küresel emperyalizm ve Siyonist barbarlık bütün sabır ve sınır eşiklerini ihlal etmektedir.
İsrail kanlı saldırılarını bölgenin tamamına aşama aşama teşmil amacındadır.
Gazze’de 50 bine yakın insanın hayatına mal olan katliamların Lübnan’a sıçraması, bu ülkede yaklaşık 3 bin insanın ölümü takdir edersiniz ki, fazla söze ihtiyaç bırakmayacak vahamettedir.
İsrail ile İran arasındaki gerilimin, zaman zaman çatışmaya dönen karşılıklı restleşmelerin yaygın mahiyetli savaş ihtimaline yakın ve yatkın olduğu da inkâr edilemez bir gerçektir.
İsrail’in durdurulması, ateşkes rejiminin temini, ardından iki devletli barış ortamının tezahürü sadece Ortadoğu için, dünyanın tamamı için akut bir güvenlik ve sükûnet gereğidir.
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın da sonlandırılarak barış ve müzakere etabına geçilmesi yalnızca savaşan tarafların değil, başta Türkiye olmak üzere diğer bütün ülkelerin ortak çıkarınadır.
Dünya’nın ilkel angajmanlarından ve düşman kamplarını andıran cepheleşme girdabından derhal sıyrılması ulaşılması gereken bir gündem olmalıdır.
Vahşet ile medeniyet, vandallık ile merhamet, zalim ile masum aynı hizada, aynı kategoride, aynı çerçevede duramaz.
Afganistan’dan Pakistan’a, Tayvan’dan Bolivya’ya, Irak’tan Suriye’ye, Mali’den Burkina Faso’ya, Nijer’den Sudan’a, Myanmar’dan Güney Çin Denizi’ne, Honduras’tan Libya’ya kadar dünya adeta bir ateş hattında, namlu ucundadır.
Küresel statüko sarsılmaktadır.
Uluslararası sistem sancılı, insan hak ve özgürlükleri zifiri karanlıktadır.
Avrupa’da artan siyasi belirsizlikler ve ABD Başkanlık seçim sonuçları münasebetiyle gün yüzüne çıkan kaygılı bekleyişler fazlasıyla dikkat çekicidir.
Almanya’da üç ortaklı koalisyon hükümetinin dağılması erken seçim şartlarını doğurmuştur.
Ekonomik, ticari, siyasi ve diplomatik kutuplaşmaların yumuşama yerine daha da katılaşacağı bir dönemin kapıları açılmıştır.
ABD’de yapılan Başkanlık seçimi, bu seçimde ikinci defa seçilen ve 20 Ocak 2025 tarihinde görevi devralacak olan Trump’ın ne yapacağı, nasıl bir politika takip edeceği elbette günlerdir tartışmaların ağırlık merkezindedir.
Bir defa şunu ifade etmem lazımdır ki, Türkiye’de bazı çevrelerin fil ile eşek arasına sıkışıp kalmaları, Trump’ın seçilmesinden dolayı karalar bağlamaları, Kamala Harris’in kaybedişinden dolayı neredeyse yas tutacak noktaya gelmeleri akılla ve mantıkla izah edilemeyecek garabettir.
ABD’deki Demokratların ve Cumhuriyetçilerin holiganlaşmış taraftarlarına ülkemizde de tesadüf etmek utanç duyulacak bir köksüzlüktür.
Biden’in, içimizdeki sömürgeleşmiş işbirlikçileriyle dayanışma halinde Sayın Cumhurbaşkanımızı seçimle değiştirip devirme planları şimdi tuzla buz olmuştur.
Şu Allah’ın işine bakınız ki, değişen ve devrilen akli melekelerinin dahi kendisini terk ettiği Biden’dan başkası değildir.
Düşmez kalkmaz bir Allah’tır, düşüp de kalkamayan Biden ve Harris’tir.
Biz ABD’deki seçime Türkiye merkezli bakıyoruz.
Kimin kazanıp kaybettiğinden daha çok ABD-Türkiye ilişkilerinin nasıl bir boyut ve içerik alacağıyla ilgili analiz ve değerlendirme yapıyoruz.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, Trump’ın ilk döneminden farklı bir profil sergilemesi, dostluk ve müttefiklik hukukunun doğasına müzahir hareket etmesi iki ülkenin de müşterek hayrınadır.
Uluslararası siyaset denkleminde, ülkeler arasında kurulan ikili veya çoklu diyaloglar bağlamında, köklü dostluk veya kategorik düşmanlıktan bahsetmek hem doğru hem de doğal kabul edilemez.
Asıl mesele milli çıkarlarımızdır.
Sürekli değişkenlik gösteren, pek çok argümana ve parametreye bağlı olan ülkeler arası ilişkilerin saygıya, barışçıl arayışlara, küresel adalet ve hukuk ölçülerine uygunluğu temel bir kriterdir.
Bir tarafın geri adımlarla taviz üstüne taviz vermeye zorlandığı, diğer tarafın dayattığı, zorladığı, sürekli alan genişlettiği, yaptırım ve baskı mekanizmalarıyla toksik ağlar kurduğu ilişkiler sisteminin kalıcı ve sürdürülebilir olması akıl dışı bir ihtimaldir.
Türkiye ile ABD arasında İkinci Dünya Savaşı sonrasına tekabül eden yakın ve yoğun diyaloglar manzumesinde yepyeni ve temiz bir sayfa açılmalıdır.
Husumeti körükleyen, huşuneti köpürten ekonomik ve politik engellemelerin demokrasi ahlakıyla, aklı selimle ve egemenlik haklarıyla bağdaşmayacağı ortadadır.
Mayın tarlasında münakaşa inatları, uçurum kenarlarında müzakere ısrarları, bitmek tükenmek bilmeyen ağız dalaşları, devamlı sahne alan güç gösterileri ancak ve ancak çözümsüzlüğe hizmettir.
Türkiye ile ABD arasında çözülemeyecek hiçbir sorunun olmayacağı hususundaki temkinli iyimserliğimizi ve iyi niyetli iradi vasfımızı koruma ve bunu da sürdürme çabasındayız.
Siyaset hem gönül hem de görgü işidir.
Bunu bilmek, buna uygun davranmak asıl olmalıdır.
Akıl ve ahlakı hiçe sayan emrivakilerin, şükran ile hüsran arasında yaşanan gelgitli tutumların siyasetin konusu olmaktan çok, stratejik hesaplaşmaların ve sinir harplerinin ilgi sahasına gireceğini herkesin bilmesinde yarar vardır.
ABD Başkanı Trump’ın göreve gelir gelmez;
İsrail ile Filistin arasında barışı mı yoksa soykırımı mı destekleyeceği,
Ukrayna ile Rusya arasında üçüncü yılını dolduran savaşa yönelik müspet sözlerini tutup tutmayacağı,
Suriye’den Amerikan askerlerini çekip çekmeyeceğinin yanı sıra, PKK/YPG/PYD terör örgütlerine nasıl bakacağı, eski bildik ve kabul edilemez politikalara bağlı kalıp kalmayacağı,
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meselesi etrafında, uluslararası hukukun yanında durup durmayacağı, Türkiye’nin egemenlik haklarını yok sayıp saymayacağı,
Hepsinden daha önemlisi ülkemizi isabetli ve hakkaniyetli okuyup okumayacağı hiç kuşkunuz olmasın ki belli olacak, bizim de tavrımız bu vesileyle tecelli edecektir.
Türkiye, dönem dönem sorgulasak da bir NATO ülkesidir.
Bu ittifak mimarisinin gerek ve yeter şartlarını ihtiva eden kurumsal ve hukuksal niteliklerine özelde ABD’nin, genelde diğer tüm üye ülkelerin riayeti başlıca sorumluluktur.
Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir ülkedir, her türlü iç ve dış vesayet yok hükmündedir.
Her ülkenin bağımsızlığına, meşru, hukuki ve egemenlikle örtüşen kapsamlı çıkarlarına saygımız tamdır.
Ancak aynı saygıyı başkalarından görmek ve şahit olmak da en tabii hakkımızdır.
Bu aşamada ABD’deki partilerin içimizdeki havarilerine diyorum ki,
Fil ile eşek arasında papatya falı açmayın, kayıp-kazanç çetelesi tutmayın, gelin de Bozkurtu görün, gelin de Bozkurtla yürüyün, ona buna özenmeyin ve imrenmeyin, Bozkurt ayaktayken, fil ile eşeğin arkasına düşmeyin.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Türk ve Türkiye Yüzyılı, huzurun yüzyılı olacaktır.
Buna inanıyoruz, bu hedefe ulaşmak için çalışıyor ve mücadele ediyoruz.
Önümüzdeki süreçte ülkemizin terör kamburundan kurtulması muhtemel değil, muhakkak bir akıbettir.
Terör ve bölücülük sorunuyla daha fazla yaşamamız, böylesi bir kanlı külfete daha çok katlanmamız imkansızdır.
Bölücü terör örgütü PKK için son yaklaşmıştır.
Hiçbir terörist için emniyetli bir alan kalmamıştır.
Terör örgütünü kaynağında imha etmek, bölücülüğün yuvalandığı siyasi ve sivil toplum kolonlarını kesmek milli beka meselesidir.
Hem siyaset alanında boy gösterip hem de silahlı teröristlere sırt dayamak başı ezilmesi gereken gayri meşru ve gayri hukuki menfur bir çelişkidir.
Bu vahim çelişkinin yörüngesine sabitlenip hıyaneti gerekçelendirmeye, hatta demokrasi ve milli irade kavramlarını silah gibi kullanmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.
Silah varsa siyaset yoktur.
İhanet varsa demokrasi yoktur.
Şiddet varsa sevgi ve barış dili kupkurudur.
Milliyetçi Hareket Partisi, siyasetteki tutarlılık ve ahlaki çizgisinden kopmadan, dün söylediklerini bugün tekzip edecek zaaf emaresi göstermeden milli birlik ve kardeşliğin müdafaasından yanadır.
Bize akıl danelik yapanlar, ileri geri konuşanlar, har vurup harman savuranlar, tantanayla oyalananlar her şeyden önce fırsatçı kurnazlığıyla ve istismar yamyamlığıyla sonuç alamayacaklarını, sıtma ile ölüm arasında bir seçeneğe zorlamalarının beyhude bir çırpınış olduğunu idrak etmeleri bizatihi önerimdir.
Bizim ülkücülüğümüzü sorgulamaya, vatanseverliğimizi tartıya çıkarmaya cüret ve teşebbüs eden yeni yetme siyaset döneklerine, kalbimizdeki dava ve vatan aşkının bir günlük sadakasını versek alayına ömürleri boyunca yetecektir.
Yaptığımız ve söylediğimiz her şeyin arkasındayız.
Utanacak, sıkılacak ve mahcubiyet duyulacak bir açığımız yoktur.
Biz gelecek seçimlerin hesabını değil, gelecek nesillerin ve geleceğin süper güç Türkiye’sinin hedef ve hesabındayız.
Geçmişte çekilen acıların ve akan gözyaşlarının geleceği perdelemesine tahammül edemeyiz.
Torunlarımızın, aynı felaketlere muhatap olmasını asla, kata, bihakkın istemiyoruz.
Günü kurtarmanın değil, geleceği kurmanın ve kurgulamanın istikametinde sağlam adımlarla ilerlemenin samimi düşüncesindeyiz.
Ülkücü olmanın, ülkücü yaşamanın, hayata da ülkücü olarak gözlerimizi kapamanın sırrını ve esasını bu kapsamda tarif ve telakki ediyoruz.
Ülküyle yanıp tutuşan dava neferlerinin konforlu alanlara tenezzülden ziyade, risk alarak, mihnetleri atlatarak, saldırıları aşarak Türk milletine ve Türkiye’ye fani hayatlarını bir siyaset ve düşünce mihverinde adamalarının şeref kadar değerli olduğunun farkındayız.
Oyumuz artıyormuş, oyumuz azalıyormuş, arkadaşlar, aziz milletim, vatan tehdit altındayken, milli güvenlik duvarlarımız hain akınlarla sallanıyorken, oy ve seçim endişesiyle başımızı kuma gömmek bizim kitabımızda yazmayan alçalma ve aşağılanma halidir.
Böyle bir şeyi de tamamen reddediyoruz.
Terörün bitmesi milli ülküdür.
Bu ülkü siyasi namus simgemizdir.
Kürt kardeşlerimizle kucaklaşarak milli birlik ve kardeşlik hukukunu Türkiye’nin düşmeyecek kudret ve kuvvet mevzii haline getirmek geleceğe ve geçmişe sadakat nişanemizdir.
Kara kampanya mucitlerinin hepsi sorunlardan beslenmektedir.
Kronik sorunları çözmek amacıyla dik duruşla ve delikanlıca er meydanına çıkacak Cumhur İttifakı’ndan başkası yoktur, olması da ham bir hayaldir.
Değil elimizi, gövdemizi dahi sıra dağların altına sere serpe yatırmaya hazırız, kararlıyız ve sonuna kadar da inançlıyız.
Siyasi ganimet avına heveslenerek, rehavet anımızı ve yumuşak karnımızı kollayıp, bunun üzerinden siyaset yapan zübüklere ve ziyana düşmüş siyasetin zillet simalarına Türk milleti en etkili cevabı mutlaka verecektir.
Biz Ne Mutlu Türküm Diyene sözünü haykırırken, enternasyonal marşı söyleyen, orak-çekiçli gelecek tasarlayan, PKK’nın, DEM ve seleflerinin kayığına binen martaval siyasetçilerin, yakamızdan ve yarınlarımızdan tarla kongreleriyle düşen maskaraların mücadelemizi kundaklamasına, kararlılığımızı köreltmesine müsaade etmeyeceğiz.
Akıl doğruyu gösterirken, iyi ve kötüyü ayıran gönüldür.
Aklımızla, imanımızla, irfanımızla, gönlümüzle Türklüğün, Türkiye’nin ve Türk milletinin yıkılmaz son kalesiyiz, teslim alınamaz son cephesiyiz.
Terör bitecek, bölücülük tasfiye edilecektir.
Gayemiz ve gayretimiz buna yöneliktir.
Özellikle Esenyurt, Mardin, Batman, Halfeti belediye başkanlarının geçici olarak görevden uzaklaştırılmalarından sonra CHP ile DEM’in kent uzlaşması çatısı altında nasıl da tek yumurta ikizine dönüştüğü belgelenmiştir.
DEM’in otobüsüne binip fitne ve fesat çığırtkanlığı yapan CHP Genel Başkanı siyasi istikbalini PKK’nın hunhar emellerine ve mağara deliklerine devretmiştir.
DEM Eşbaşkanı’nın Seyh Said ve Seyyit Rıza güzellemesi, Kürt kardeşlerimiz adına malum rezilliğe sözcülük yaptığını iddia etmesi, kimin nerede durduğunu ve terörle nasıl bir ortaklık içinde olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Kapanmış meselelerin açılması, kabuk bağlamış yaraların deşilmesi Türkiye’nin toplumsal barışını hazmedemeyenlerin sinsiliği ve art niyetliliğidir.
Şeyh Said ve Seyyit Rıza, yaşadıkları dönemin hainleridir, bölücü teröristleridir; cumhur, Cumhuriyet ve devlet düşmanlarıdır, hak ettikleri gibi de cezalandırılmışlardır.
DEM’in silahtan ve terörden uzaklaşmaya yanaşmaması, azgın tahrik ve tacizlerini yaygınlaştırması, elbette Türk Ceza Kanunu gereğince ele alınmalıdır, konunun ise Kürt kardeşlerimle hiçbir ünsiyet, hususiyet ve illiyet yakınlığı yoktur.
PKK’lı Bese Hozat’ın Kandil ve kent uzlaşması bahanesiyle CHP’nin ve DEM’in sokağa çıkmasını kışkırtması, bu hain siparişe CHP’den de herhangi bir itirazın gelmemesi ayıplı ve ahlaken yitik bir siyasetin içyüzünü deşifre etmiştir.
CHP’li belediyelerin müzikli eğlence ve konser şölenlerine hazine kaynaklarını astronomik şekilde peşkeş çekmeleri, israfa gömülmeleri, sıra vatandaşlarımıza gelince bir tas çorba ile bir tabak pilavı reva görmeleri maskeleri düşüren kepazeliktir.
Neymiş, bir sanatçıya ödenen para 69 milyon lira değil de, 45 milyon liraymış.
Bu kafa normal bir kafa değildir.
Bu tevil hamulesini kaldırmaya kimsenin takati de yetmeyecektir.
Suçluların telaşıyla kıvrananların şifreli özrü kabahatlerinden büyüktür.
Haydi halkımızdan utanmadınız, be hey densizler, be hey sonradan görmeler Allah’tan da mı korkmadınız?
Belediye başkanlarının işi gücü bırakıp bugünden Cumhurbaşkanı adaylığına soyunmaları, anketlerin palavralarıyla caka satmaları en başta İstanbul ve Ankara’ya nankörlük, kendi adlarına da namertliktir.
Ziya Paşa’nın dediği gibi,
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Lafları boş, siyasetleri kof, karınları tok, eserleri yoktur.
Milletimiz bu yeteneksiz, iş bilmez, adap bilmez, vefa bilmez kifayetsiz muhterislere muhtaç ve mecbur olamaz, olmamalıdır.
Değerli Milletvekilleri,
Emperyalizmin Truva atlarının şer oyunlarına, yalan ve yıkım kampanyalarına itimat edecek, ikna olacak, kaale alacak hiç kimsenin kalmayacağına inanıyorum.
Türk ve Türkiye Yüzyılında ayak bağları sökülüp atılacaktır.
Milli birlik ve dayanışma ruhu kötülüğü ve kötüleri ülke gündeminden sürüp çıkaracaktır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ikmali ve imkanlarıyla toplumsal ayrışmanın izleri yönetimde kaynaşmayla silinecektir.
Daha doğru bir ifadeyle arzumuz ve talebimiz bu şekildedir.
Milli hedef ve menfaatleri maksimize edip iç ve dış tehditleri minimize etmek ortak görevimizdir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye Cumhuriyeti’ni önümüzdeki yüzyılda sırtlayacak yönetim yapısıdır.
Yasama, yürütme ve yargı arasındaki çizgiler netleşmekle kalmamış, devlet hayatında denge, düzen ve istikrar egemen olmuştur.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, toplumsal ayrışma ve ayrımcılığa set çekmiştir.
İnsan-insan ilişkileri, insan-toplum irtibatları, insan-devlet bağları hukuki ve siyasi bir çerçevede daha da sağlamlaştırılmış, sağlıklı bir bünyeye kavuşmuştur.
Bugüne kadar, Türkiye’de hiç kimse ikinci sınıf insan muamelesi görmemiştir.
Hiçbir vatandaşımız bu ülkenin ötekisi, zencisi, yabancısı sayılmamıştır.
Meşhur İslam filozofu İbn-i Haldun, bir devletin egemenliğini paylaştığı an hükümranlığını kaybedeceğine, devletin ayakta durması için kan bağının yerine intisap bağının, yani mensubiyet bilincinin öne geçtiği bir yapının kurulması gerektiğine işaret etmişti.
Devletin güçlü olduğu dönemlerde, toplumsal ve kültürel farklılıklar sis bulutunun içine gömülmüş bir vadi gibidir.
Doğal farklılıklar vardır, ama görünmezler, omuz omuza ortak bir hedefe yürüyen toplumsal kesimler ayrı kategoride olsa bile, yürünecek yol, varılacak hedef olduğu müddetçe farklılıklarından değil aynılıklarından bahsedilmesi kesin bir yargıdır.
Devletin gücünü kaybetmesi ve egemenliğini bölüşmesi halinde sisin dağılarak farklılıkların genişleyen çatlaklardan sızması ve büyümesi kaçınılmazdır. İşte felaket de budur.
İntisap veya vatandaşlık esasının büyüyen bu çatlakların yıkıcı etkisiyle terk edilmesi, devletin etnik kimlikler üstünde yeniden inşa edilmeye çalışılmasına yol açar ki, bu süreç kanlı ve çetin bir boğuşmaya çanak tutmak, davetiye çıkarmaktır.
Türkiye, etnik ve mezhebi toplulukların gevşek koordinasyonuyla, gelip geçici karar ve koalisyonuyla kurulmamıştır.
Ne Kürt kardeşlerimiz ne de Alevi kardeşlerimiz hiçbir zaman göz ardı edilecek değersizliğe havale edilmemiştir.
Kürtler de, Aleviler de bizim canımız, cananımız, kardeşimiz ve milli birliğimizin ana damarlarıdır.
Etnik ve mezhep temelli hassasiyetlerin yoğun krizlere dönüşünü basiretle engellemek, Türkiye karşıtlarının koz olarak kullanmasını tümüyle bertaraf etmek için toplumsal ayrışma kanallarının Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kaynaştırıcı ve kuşatıcı mekanizmalarıyla işlevsiz ve tesirsiz hale getirilmesi elbette mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti devleti milletimizin bütün güzelliklerinin, bütün değerlerinin, bütün miras ve emanetlerinin kucaklaşma asaletiyle temsil edilmelerini hukuki ve siyasi esaslara bağlayabilecektir.
Yüksek demokrasi standardının ihyası, ebedi kardeşliğin, tarihi ve kültürel beraberliğinin temelleri bu doğrultuda daha da tahkim ve takviye edilmiş olacaktır.
Bizim anımız ve acımız bir olduğu kadar, geleceğimiz bir, dostumuz bir, düşmanımız da aynıdır.
Ayrımız, gayrımız hiç yoktur.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü sözleşmesi 4 Kasım 1946’da 44 ülke temsilcileri tarafından imzalanmıştı.
Sözleşmenin başında şu ifadeler yazılıdır:
“Savaşlar insanların kafalarında başlar.
Öyleyse barışın savunma siperlerinin de insanların kafalarında kurulması gerekir.”
Her şey kafada başlıyorsa, kalplerimizi tekleştirip kafa kafaya vererek birbirimize sarılmalı, nifak cephesini yerle bir etmeliyiz.
İş işten geçtikten sonra ah vah etmenin, nedamet gösterilerinin hiçbir anlamı olmayacaktır.
Dördüncü Murat, Bağdat Seraskeri Hafız Paşa’ya seslenerek şöyle bir soru sormuş:
Hafız, Bağdat’a imdat etmeye er yok mudur?
Bu soru, 17’inci yüzyıl halk ozanı Kayıkçı Mustafa’nın bir şiirinde yankısını bulmuş:
Eyerleyin kır atımın ikisini,
Fethedeyim düşmanların hepsini.
Biz de eyerleyip atlarımızı, düşelim yollara, gidelim nurlu ufuklara.
Türk milleti var olsun, Türkiye kıyamete kadar payidar olsun.
Cenab-ı Allah milletimin her güzel insanından razı olsun.
Sözlerimi bitirirken hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor; alnımızın açık, bahtımızın açık, talihimizin açık, milli birlik ve kardeşlik hissiyatımızın baki olmasını diliyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.
Bir yanıt bırakın