62. hükûmetin programından “Yeni Türkiye” çıkmaz. Olsa olsa “Yenik Türkiye” çıkar.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından TBMM’de okunan 62.  Hükûmet programında üzerinde durulması ve açıklığa kavuşturulması gereken birçok husus bulunmaktadır. Ancak bunlardan en çok dikkati çekenler; ileri demokrasi, güçlü ekonomi, öncü ülke ve değer odaklı dış politika gibi başlıklar altında kamuoyuna sunulan hususlardır.

Yeni hükûmetin programı, genellikle Türkiye ve dünya ahvalinden kopuk, sanal ve hayali çerçeve çizen boş ve gereksiz lafların arka arkaya sıralandığı bir metindir. Programda dikkati çeken hususlardan biri de kavramların kullanılış biçim ve amaçlarıdır.

Kurumlar ve kurallarla birlikte kavramları da dönüştürme çabasındaki AKP iktidarının kurduğu 62. Hükûmetin programı tersinden okunduğu takdirde daha somut ve anlaşılır veriler elde edilmektedir. Bu bağlamda AKP hükûmetlerinin şimdiye kadarki icraatları soldan sağa değil de sağdan sola doğru okunduğunda ortaya çıkan netice şudur: İleri demokrasi, tek adam rejimi; güçlü ekonomi, geçim sıkıntısı çeken milyonlar ve hayat pahalılığı; öncü ülke ise iç ve dış politikada başarısızlık demektir.

Programda yer alan “Yolsuzlukla mücadelede güçlü bir irade gösterdik. Hiçbir yolsuzluğun üzerinin örtülmemesi, her türlü iddianın hassasiyetle incelenmesi, bu konulardaki yargı süreçlerinin sağlıklı olarak çalışabilmesi için yoğun bir gayret ortaya koyduk.” değerlendirmesi ironik ve manidardır. 17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu süreçlerinin örtbas edilmesi ve bu konudaki soruşturmaya takipsizlik kararı verilmesi iktidarın tersine işleyen diyalektiğinin en çarpıcı göstergesi olarak karşımızda durmaktadır.

Bütün hususlarda olduğu gibi bu konu da tersinden okunmalıdır. Yolsuzluğun üzerinin örtülmemesinden söz ediliyorsa bu hasıraltı edilmesi; yargı süreçlerinin sağlıklı olarak çalıştırılmasından bahsediliyorsa, bağımsız yargının işlemez hâle getirilmesi ve hukukta biat kültürünün egemen kılınması anlaşılmalıdır.

Hukuk sistemi, adaletsizlik ve adam kayırmacılığın batağındadır. Yargı siyasallaştırılmıştır. Millî eğitimde tehlike çanları çalmaktadır. 12 yılda her gelen Millî Eğitim Bakanı çocuklarımızı kobaya, okulları deneme tahtasına çevirmiştir. Şimdi de eğitimde kıyımlar başlamış; yandaşlığı seçmeyen, iktidara biat etmeyen öğretmen ve yöneticiler sürgün ve görevden almalarla baş eğdirilmeye, sindirilmeye çalışılmaktadır. Ne yetişkinler ne de gençler yarınlarından emindir.

Programda yer alan “Devlet otoritesinin parçalanmasına asla izin vermeden ulusal güvenliği tehdit eden tüm unsurlarla sonuna kadar mücadele edilecektir. Bu konuda her ne surette olursa olsun taviz verilmesi söz konusu değildir. Geçmişte millî güvenliğimizi tehdit eden vesayet odaklarına müsaade edilmediği gibi son iki yıldır ortaya çıkan vesayet girişimlerine karşı da millî güvenliğimiz teminat altına alınmıştır.” ifadeleri de tam bir yanıltma ve yanılsama vesikasıdır.

Oysa AKP, 12 yılda devlet otoritesi ve millî güvenlik gibi kavramları tamamen iktidarı yararına dönüştürmüştür. Programdaki devlet otoritesinden kasıt, iktidarın tahakküm ve tam sultası; millî güvenlikten kasıt da hükûmet icraatına karşı çıkan odak ve güçlerin engellenmesi, etkisizleştirilmesidir. Bunun hükûmetçe uygulaması için de Anayasa ve yasalara uygunluk, meşruiyet aranmamakta, hukuk kuralları iktidarın ihtiyaç ve önceliklerine uydurulmaktadır.

Hükûmet programında dile getirilen hususlardan biri de Türkiye’nin “değer odaklı dış politikasının küresel bir marka olduğu iddiasıdır.

Bu uçuk iddiaların yalan olduğunu ortaya koyan en büyük işaret Irak, Suriye ve İsrail gibi üç önemli bölge ülkesinde tarihimizde ilk defa büyükelçilerimizin olmayışıdır. Ayrıca hükûmetin dış politikadaki öngörülerinin hiçbiri tutmamıştır. Ne Irak’ta olup bitenler, ne Suriye’de yaşananlar karşısında Türkiye bölgesel ağırlığını koyamamış, küresel güçleri harekete geçirememiştir. Sığınmacılar krizi bile iyi yönetilememiştir. Bugün sığınmacıların yaşadığı bölgelerimizde küçük çaplı olaylara yol açan bir takım rahatsızlıklar, gelecekte Türkiye’de yaşanacak büyük boyutlardaki toplumsal çalkantıların habercisidir. Sığınmacılar krizi konusunda palyatif ve makyaj kabilinden tedbirlerin dışında çözüm üretilememiştir.

Türkiye, AKP’nin beceriksiz dış politika hamleleri yüzünden PKK tehdidi kadar ciddi güvenlik sorunlarıyla yüz yüze gelmiştir. Irak ve Suriye’deki iç mücadeleler iyi okunamamış, gerek din ve mezhep ayrılıkları, gerekse etnik farklılıklardan doğan çatışmaların küresel aktörlerce manipüle edilen arka planına inilememiş, bunların Türkiye’ye muhtemel yansımaları iyi tahlil edilememiştir.

Dünyayı Filistin ile Mısır’dan, İslam’ı da Müslüman Kardeşler örgütünü fikren besleyen Selefilik ve Eş’arilikten ibaret zanneden rabiacı dar görüşlülerce yönetilen Türkiye, dış politikada giderek yalnızlaşmıştır. Dünyada olup bitenleri idrak edecek feraseti gösteremeyen Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi, Afganistan ve Pakistan örneğinden ibret almamışlardır.

Batılı güçlerin Afganistan’a yönelik yanlış ve maksatlı politikaları yüzünden bu ülke tamamen istikrarsızlaşmakla kalmamış etrafına terör ve kaos ihraç eden bir ülke hâline gelmiştir. Afganistan’ın, komşusu Pakistan’ın sadece sınır güvenliğini değil bütünlüğünü tehdit eden bir terör bataklığına dönmesi, Türkiye için acı bir misal teşkil etmektedir. Suriye ve Irak’ta yaşananlar karşısında Türkiye’nin içine düşürüldüğü açmaz ve sorunlar, Pakistan’ın duruma benzemektedir. Türkiye her iki ülkedeki istikrarsızlık ve iç savaş yüzünden en az PKK kadar ciddi bir tehditle yüz yüze kalmıştır. Hâl böyleyken başarılı bir dış politikadan söz edilemez.

Bölge ülkelerinin ve Türkiye’nin IŞİD belasıyla karşı karşıya kalmasında en büyük sorumluluk payı AKP iktidarınındır. Kamuoyunda iktidarın IŞİD’i desteklediği yolunda iddialar ortaya atılmış üstelik bu, ilgililerce yalanlanmamıştır. Hükûmetin, bölgedeki olaylara MİT’i kullanarak müdahil olması, Müslümanların birbirini boğazladığı iç savaş ortamında herhangi bir grup ve zümrenin tarafını tutması, her an geri tepebilecek bir silah gibi tehlikelidir. Üstelik IŞİD militanları İstanbul’un göbeğinde sözde cihat için çağrılar yapabilmekte, gönüllü toplayabilmektedir. Ocak ayında Adana’da durdurulup aranan, içinde silah ve mühimmat olduğu öne sürülen MİT tırlarının, yüklerini IŞİD’e götürdüğüne dair iddialar hasıraltı edilmiş; kirli tezgâhlar derhal paralel devlet çığlıklarının arkasına gizlenmiştir.

Türkiye’de devlet güvenliğini zaafa uğratan birtakım iç unsurlar bulunabilir. Hatta bunlar bazı yabancı istihbarat örgütleri tarafından desteklenip yönlendirilebilir. Böylesine hayati konular gerektiğinde TBMM’de kapalı, gizli oturumlarda tartışılır ve ortak bir anlayış ve hareket tarzı üretilir. Eğer mesele devletin güvenliğiyle yakından ilgili ve gizlilik dereceli ise Türkiye’nin bütünlüğünü ve geleceğini tehdit eden konularda hükûmetin keyfî davranma lüksü yoktur.

Demek ki hükûmetin halktan ve muhalefetten kaçırdığı, sakladığı hususlar vardır. Demek ki el altından sadece AKP kurmaylarının aklı ve ideolojik yönelimlerinin eseri olan gayri meşru politikalar üretilmekte, kimsenin bu sırra ortak olması da istenmemektedir. “Hain havfli olur.” misali gerçekler, muhalefet ve kamuoyunun önemli bir kesiminden gizlenmektedir.

Bu tür pisliklerin üzerine gidenler, iktidarın gizli saklı işleri ortaya dökülmesin diye iftiraya uğratılıp cezalandırılarak sindirilmektedir. Paralel devlet veya yapı adları altında yargıda ve emniyette yapılan operasyonlar, doğrudan milli güvenliğin gereği olarak gösterilmektedir. Asıl hedef, Tayyip Erdoğan’ın ve emrindeki hükûmetlerin güvenliğini sağlamaktır.

Buna karşılık ABD, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerin Türkiye’yi dinlediği, devlet sırrı diye bir şeyin kalmadığı ortaya çıktığı hâlde sessiz kalınmaktadır. Türkiye için asıl tehdit; başkent Ankara başka olmak üzere İstanbul, İzmir, Diyarbakır gibi kentlerde istasyonlar kuran, operasyonlar yapıp cinayet işleyebilen yabancı istihbarat örgütlerinin faaliyetleridir. Kendi asker ve polisini, sivil Türk vatandaşını devletin bekası ve millî güvenlik için tehdit olarak görebilen hükûmetin, bu hususta çıtı çıkmamaktadır.

Diğer taraftan kesin hatları bilinmeyen ve tarifi de tam yapılamayan “paralel yapı” ile mücadelenin hükûmet programına sokulması, hem korkunun hem acziyetin işaretidir. Böylece hükûmet programında aba altından sopa gösterme dönemi başlamıştır.

Oysa hükûmet programı; halkın dertlerine çare, yaralara merhem, sorunlara çözüm kabilinden, kamuoyunu rahatlatacak duyarlılığa sahip evsaf ve çapta olmalıdır.

Programda geçen “millî güvenliğimizi tehdit eden vesayet odakları” tabiri de aldatmacadır. Türkiye’de halkın, kurumların ve devletin üzerinde asıl vesayet rejimi AKP iktidarı tarafından kurulmuştur.

Hele ileri demokrasi vurgusunun tamamen düzmece olduğu ortaya çıkmıştır. 12 yılda ileri demokrasinin yerini iktidar sultası almıştır. Ne devlet kurumlarında en küçük muhalif ses çıkarana göz açtırılmakta ne de özel sektörde hükûmet aleyhinde en ufak kıpırdanmaya izin verilmektedir. Başını çıkaranın başı uçurulmakta, vergi müfettişleri ve siyasallaştırılmış yargı vasıtasıyla muhalif kesimlerin ensesinde boza pişirilmektedir. Geçmiş dönemlerde ezildiklerini, hor görüldüklerini ötekileştirildiklerini söyleyip ileri demokrasiyi getireceklerini iddia ederek oy alan bu iktidar, bugün şedit bir icraatla Cumhuriyet tarihinin en yaman baskı ve ötekileştirme operasyonlarını hayata geçirmektedir.

AKP demokrasi diyorsa dikta, hukukun üstünlüğü diyorsa iktidarın üstünlük ve baskısı, Anayasa ve yasadan söz ediyorsa gayrimeşru uygulamalar ve keyfilîk anlaşılmalıdır.

62. hükûmetin programında, “Bugüne kadar büyük bir başarı ile yürütülmekte olan millî birlik ve kardeşlik projesi ile çözüm süreci taviz vermeden sürdürülecektir.” cümlesi yer almaktadır.

“Millî birlik ve kardeşlik projesi” deniyorsa bundan ayrışma ve bölünme manası çıkarılmalıdır. Doğudaki bazı il ve ilçelerde de PKK yandaşı olmayana, örgüte vergi vermeyene hayat hakkı tanınmamaktadır. Kırsalda kesinlikle hiç kimse için güvenlik yoktur. Örgüt bölgeye tamamen hâkim olmuş, devlet otoritesine son vermiştir. Her ne kadar kamuoyundan gizlense de PKK muhaliflerini ve milliyetçileri cinayetlerle yok etmeye devam etmektedir. Kamu malına zarar vermekte, yol kesip adam kaçırmaktadır. Ankaralı, İzmirli veya Kastamonulu bir vatandaşın Hakkâri’de, Van’da hayat sürmesi, hele de siyasetle uğraşması imkânsızlaşmıştır.

MHP il genel meclisi adayı 75 yaşındaki Tello Uçak, PKK tarafından 22 Ağustos’ta Tatvan’daki evinin önünde kurşunlanarak şehit edilmiştir. Tello Uçak, daha önce de birkaç kez suikasta uğrayıp kurtulmuş ancak bu sonuncusundan kaçamamıştır. PKK tarafından yapılan açıklamada Uçak’ın “kontra ajan” olduğu için öldürüldüğü duyurulmuştur. Bu cinayetin sorumlusu PKK değil, “Sivas’ın ötesine geçemezler.” diye hedef gösteren Tayyip Erdoğan’dır.

Hükûmetin taviz vermeden sürdüreceğini ilan ettiği çözüm sürecinde gelinen nokta bundan ibarettir. “Taviz vermeyeceğiz.” tabiri Türk milliyetçileri ve milletimiz için açık bir tehdittir.

Programda, ekonomi politikaları ise “güçlü ekonomi” konsepti altında ele alınmıştır. Hâlbuki programda uluslararası başarı örneği olarak gösterilmeye çalışılan Türk ekonomisi, yüksek riskler taşıyan ve kırılgan bir yapıdadır.

Ayrıca 12 yıllık AKP iktidarının ekonomi politikaları hayat pahalılığı getirmiştir. Bunun için pazarlar, bakkal ve marketlerdeki yüksek fiyat artışlarını; çalışan ve emeklilerin alım gücünün 12 yıl öncesine göre nasıl düştüğünü görmek yeterlidir.

12 yıllık AKP iktidarında elektrik ücretlerine %124, ekmeğin kilosuna %334, otobüs biletlerine %157, benzine %182, beyaz peynire %201, çaya %176, bulgura %153,  dana etine %464, doğalgaza %176, zeytine %203, yumurtaya %300, una %167, pirince %198 ve makarnaya %173 oranında zam gelmiştir.

Vatandaşlarımızın bankalara olan borçları 12 yılda 20 kat artmıştır. 2002’de vatandaş her 100 TL’lik harcanabilir gelirinin sadece 4,7 TL’sini borç ödemeye ayırırken bu rakam 55,2 TL’ye yükselmiştir.

Tayyip Erdoğan hükûmetleri döneminde ülke nüfusu %10 artmış olmasına rağmen tarım alanları %11 küçülmüştür. 1923’den 2002’ye kadar 73 yılda toplam dış ticaret açığı 247 milyar dolarken bu rakam 12 yılda 687 milyar dolara çıkmıştır.

Ülkemiz 2002 yılında cari açık sıralamasında dünyada 40. sırada iken basiretsiz yönetim sayesinde dünyanın en çok cari açık veren ilk 5 ülkesi konumuna düşürülmüştür.

Bu rakamlar AKP’nin ekonomi politikalarının Türkiye’yi nereye getirdiğini çıplak şekilde ortaya koymaktadır.

Hükûmetin ekonomi hedefleri anlatılırken “Yeni Türkiye’nin Güçlü Ekonomisi” alt başlığı kullanılan programda, “62. Hükûmet olarak biz, artık uluslararası bir başarı örneği hâline gelmiş bulunan ekonomi politikalarımızı daha da geliştirerek etkili bir şekilde uygulamaya devam edeceğiz.” denilirken bu tablo yok sayılmaktadır.

Hükûmetin ekonomide ortaya koyduğu pembe tablo tersinden okunduğunda, Türkiye’de ciddi bir ekonomik krizin ayak sesleri duyulmaktadır. Piyasada adı konmamış bir hayat pahalılığı vardır. Geçim sıkıntısı içindeki kalabalıkları sadaka kültürüyle, ambalaj ve kolilerle ile daha fazla avutmak mümkün değildir. İsraf edilen kaynaklar tükenmek üzeredir; üretim ve istihdam yaratmayan ekonomimizde cari açık daha da büyüyecektir. Böyle giderse bir süre sonra toplum katmanlarında huzursuzluklar, şikâyetler başlayacaktır.

Netice olarak diyeceğimiz şudur: Türkiye’nin AKP marifetiyle getirildiği “yar”dan ve hâsıl olan bu vahim tablodan ve 62. hükûmetin programından “Yeni Türkiye” çıkmaz. Olsa olsa “Yenik Türkiye” çıkar.

Çünkü Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si, geçmişteki komünizm denemeleri gibi gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ütopyadır. Ne Türkiye’nin ne bölgenin ne de yerkürenin gerçekleri buna müsaittir. “Yeni Türkiye”, ham bir hayal, kof ve içi boş bir heves, bir balon olarak kalmaya mahkûmdur. Her şeye rağmen bu ütopyanın hakikat olması için Erdoğan ve AKP tarafından Anayasa ve yasa dışı, gayrimeşru bütün yollar denenmeye devam edilecektir. Hükûmet programı bir bakıma bunun ilanı mahiyetindedir. 

Türkiye’nin bölgesinde hızla yalnızlığa itilmesine yol açan başarısız bir siyasetçi şu anda başbakandır. Vesayetçi, emanetçi ve davulu omuzunda ama tokmağı Çankaya’da olan bir Başbakan’ın Meclise sunduğu bir programın inandırıcı ve çözüm üretici olmasını elbette beklemiyoruz.

“Şehit haberi gelmiyor; yol yaptık, tünel yaptık.” gibi şişinmelerle bu tatlı ve “toplum aşırı” iktidar yolculuğunun sürdürülmesi, Erdoğan ve AKP gemisinin bu dalgalı sularda daha fazla dayanması mümkün değildir. Onları, bölücü terör örgütünün tayfaları da karaya çıkaramayacaktır. 

Cumhur İttifakı Millet Aklı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*