MHP Grup Başkan Vekili Muhammed Levent Bülbül: Gelecek, inanıyoruz ki Müslüman Türk milletinin ve Türkiye’nin olacaktır.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

▶️Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Türkiye’nin stratejik kuvvetidir. Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar temelleri üzerine inşa edilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle devletimiz daha hızlı ve etkili karar alma kabiliyetine kavuşmuş, çok daha esnek hareket edebilme imkânına sahip olmuştur.

▶️Türkiye içeride, vesayet ve terör odaklarının nefesini keserken dışarıda, etkili ve insan merkezli diplomasisi ve caydırıcı silah gücü sayesinde mahkûm değil, hâkim bir devlet olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

▶️Türkiye’nin ordusuyla, ekonomisiyle, diplomasisiyle güçleniyor olması, kendi imkânlarıyla karar alıp bunu uygulayabiliyor olması, insan merkezli adalet ve merhamet anlayışıyla meselelere yaklaşması büyük güçler açısından Türkiye’nin tehdit olarak algılanmasına neden olmaktadır.

▶️Türkiye, Kıbrıs Türkünün menfaatlerinden, hür ve bağımsız bir şekilde yaşayabileceği iki devletli çözümden yana olduğunu isabetli bir şekilde ifade etmektedir. Bu şekilde hiçbir oldubittiye müsaade etmeyeceğimizi açıkça da bütün dünyaya ilan etmiş bulunmaktadır.

▶️Türkiye 2023, 2053, 2071 vizyonlarıyla bu hedefe büyük bir kararlılıkla yürümektedir. Cumhur İttifakı millî ve yerli anlayışla, Türk devletine yönelen bütün tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmektedir. Cumhur İttifakı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetlerin üzerine çıkma hedefini yakalama azmiyle millî ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletini yaşatacak ve ülkemizi küresel güç hâline getirecek adımları atacak millî, ahlaki ve tarihî bir birlikteliktir. Türk milletinin, İslam dünyasının ve hatta bütün mazlumların umudu Türkiye’de ve Cumhur İttifakı’ndadır. Gelecek, inanıyoruz ki Müslüman Türk milletinin ve Türkiye’nin olacaktır.





MHP GRUBU ADINA MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi’nin tümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmamın başında yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

17 Ekim 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bütçe ve kesin hesap kanun teklifleri, Plan ve Bütçe Komisyonunda 21 Ekim 2020 tarihinde görüşülmeye başlanmış, 27 Kasım 2020 tarihinde görüşmeler tamamlanmıştır. Covid-19 salgınının en tehlikeli döneminde gerek bütçe kanun teklifinin hazırlanmasında gerekse görüşülmesi sürecinde emek veren, katkı sağlayan ve hizmet sunan herkese teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüşülmekte olan bütçe kanun teklifini desteklediğimizi ifade etmek istiyorum. 2021 yılı bütçe kanun teklifiyle 40 genel bütçeli kamu idaresi, 127 üniversite, 45 özel bütçeli kamu idaresi, 11 düzenleyici ve denetleyici kamu idaresi olmak üzere 223 kamu idaresinin bütçesi Genel Kurulda görüşülecektir. Yapılan kanun değişikliği sonucunda 2021 yılı bütçesi ilk kez program bütçe esasları çerçevesinde hazırlanmıştır. 2021-2023 dönemini kapsayan Yeni Ekonomi Programı’ndaki hedeflerle uyumlu olarak hazırlanmış olan bütçe kanun teklifi kamu dengelerinin iyileştirilmesini, kamu maliyesi alanında ele alınmış olan, elde edilmiş olan kazanımların korunmasını amaçlamaktadır.

2021 yılı bütçe giderlerinin 2020 yılına göre yüzde 22,9 artışla 1 trilyon 346,1 milyar lira, bütçe gelirlerinin ise yüzde 15,1 artışla 1 trilyon 101,1 milyar lira olarak teklif edildiği, bütçe açığının ise 245 milyar lira olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır. 2021 yılı toplam vergi gelirlerinin 922,7 milyar olmasının hedeflendiği görülmektedir. Belirmek gerekir ki 2021 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu, küresel ekonomide büyük bir şoka ve ardından sarsıntıya sebep olan Covid-19 salgınının etkili olduğu şartlarda hazırlanmıştır. Covid-19 salgınının küresel ekonomide kısa vadede meydana getirdiği tahribatın boyutları yeni yeni kendini göstermeye başlamış olsa da asıl etkinin uzun vadede küresel ekonomide yaşanacak büyük değişimlerle ortaya çıkabileceği öngörülmektedir.

2020 yılında küresel ekonomide üretim ve talepte çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. Salgın etkisiyle küresel ölçekte büyüme tahminleri aşağı yönlü revize edilmek zorunda kalmıştır. 2020 yılında dünya ekonomisinin yüzde 4,4 oranında daralması beklenmektedir. Bu oran 2009 küresel finans krizinden bu yana yaşanan en büyük daralma olarak kabul edilmektedir. Gelişmiş ülkelerin aynı değerlendirmede yüzde 5,8 daralacağı, 2021 yılında ise yüzde 3,9 büyüyeceği tahmin edilmektedir. 2020 yılının ilk çeyreğinde yıllık yüzde 4,4 oranında büyüyen Türkiye ekonomisinde kinci çeyrekte dünya çapında yaşanan daralmaya rağmen uygulamaya konulan normalleşme planıyla ekonomide toparlanma haziran ayından itibaren kendini göstermiştir. Ekonomimiz üçüncü çeyrekte yüzde 6,4 oranında büyüyerek V tipi güçlü bir toparlanma performansı ortaya koymuştur. Salgının etkisini azaltmasıyla birlikte 2021 yılında ekonomimizin yüzde 5,8 oranında büyümesinin hedeflendiği öngörülmektedir. 2020 yılında özellikle ikinci çeyrekte yaşanan daralmaya rağmen diğer çeyreklerde yakalanan ihracat artışıyla 165,9 milyar dolar seviyelerinde olacağı, 2021 yılında ise 184 milyar dolar olarak ihracat rakamlarının gerçekleşeceği öngörülmektedir.

2020 yılında işsizlik oranının yüzde 13,8 oranında gerçekleşmesi beklenmekte iken 2021 yılında bu rakamın yüzde 12,9 seviyelerine gerilemesi beklenmektedir. TÜFE’nin 2021 yılında yüzde 8’e gerilemesi ve 2023 sonuna kadar kademeli olarak yüzde 4,9 seviyelerine inmesi öngörülmektedir. Belirsizlik ve tereddütlerin arttığı, ticari rekabet yerine ticari savaşların yaşandığı böyle bir dönemde, yeni ekonomi paketiyle belirlenen politikalar ve hedeflenen stratejik reformlar sayesinde güçlü tedbirler alındığı kanaatindeyiz. Küresel ekonominin olumsuz bir seyir içinde olduğu göz önüne alındığında, sıkı para politikası ile maliye politikaları ve diğer araçların etkili bir şekilde kullanılacağı bir düzen içerisinde enflasyonla mücadele edilmesi büyük önem arz etmektedir. Yine, üretime dayalı ihracata yönelen, ithalat bağımlılığını azaltan, yatırımı ve istihdamı artırmayı hedefleyen bir üretim ekonomisine sahip olmak suretiyle refah seviyemizin hedeflenen ve arzu edilen seviyelere ulaşması mümkün olacaktır.

Türkiye ekonomisi, dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke ekonomisine nazaran salgın sürecinin getirdiği sarsıntılardan minimum hasarla çıkacak direnci ve toparlanma emarelerini göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız tarafından ekonomi ve hukuk alanında atılacağı ifade edilen adımlarla, demokrasi, insan hakları ve sosyal refah yönünden olumlu gelişmelerin yaşanmasını beklemekteyiz. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Türkiye’de gerçekleşen en stratejik yönetim reformudur. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin, kurum ve kurallarıyla kökleşmesi de hayati önem arz etmektedir. Bu nedenle, siyasi partiler ve seçim kanunları, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü, milletvekili dokunulmazlıkları, siyasi etik düzenlemeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yönelik çalışmaların neticelenip hayata geçirilmesi, sistemin kökleşmesine büyük katkı sağlayacaktır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Türkiye’nin stratejik kuvvetidir. Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar temelleri üzerine inşa edilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle devletimiz daha hızlı ve etkili karar alma kabiliyetine kavuşmuş, çok daha esnek hareket edebilme imkânına sahip olmuştur.

Türkiye içeride, vesayet ve terör odaklarının nefesini keserken dışarıda, etkili ve insan merkezli diplomasisi ve caydırıcı silah gücü sayesinde mahkûm değil, hâkim bir devlet olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Türkiye’nin Libya, Adalar Denizi, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Suriye, Irak, Kafkasya, Batı Trakya ve Balkanlar üzerinden büyük bir kuşatmayla karşı karşıya olduğu bir dönemde yönetiminde hiçbir şekilde istikrarsızlık yaşanmaması ve bekasını ilgilendiren bu tehdit ve saldırılarla kararlı bir şekilde mücadele etmesi gerekmektedir.

Yakın siyasi tarihimiz incelendiğinde ülkemiz ne zaman millî menfaatlerimiz doğrultusunda önemli bir adım atmaya kalksa veya emperyal bir gücün faaliyetlerine engel olmaya çalışsa bir anda ülkeye yöneten hükûmetlerin siyasi operasyonlarla veya ekonomik darbelerle karşılaştığını çok iyi bilmekteyiz.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi işte tam bu noktada yürütmenin sandıktan çıkması sayesinde tartışmasız bir meşruiyetle yönetim krizlerine imkân vermeyen, her türlü tehdit ve manipülasyona karşı tavizsiz mücadele imkânı veren stratejik güç çarpanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomi, enerji, teknoloji, savunma, sanayi, tarım, eğitim ve kültür gibi alanlarda atılan millî adımlar ancak güçlü ve istikrarlı bir yönetim anlayışıyla mümkün olacaktır. Türk milletinin yapısına ve Türk devletinin ihtiyaçlarına daha uygun olan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi planlanan reformların hayata geçmesi konusunda çok daha güçlü hâle gelecektir.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan 2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 100’üncü yılını idrak etmiş bulunmaktayız. Millî iradenin tecelligâhı, millî mücadelemizin karargâhı olan Gazi Meclisimiz 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen hain darbe girişiminde gösterdiği kararlılık ve kahramanlıkla ikinci kez “Gazi” unvanını almayı hak etmiştir. Dünyada başka hiçbir parlamentonun sahip olamadığı “Gazi” unvanına sahip olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü yılı münasebetiyle önemli programlar ve faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Bu vesileyle başta ilk Meclis Başkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu zamana kadar görev yapan Başkanlarımıza, milletvekillerimize ve Meclis çalışanlarımıza rahmet diliyor, yaşayanlara da hayırlı ömürler diliyorum.

16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen referandum neticesinde kabul edilen Anayasa değişikliğiyle gerçekleşen yönetim reformu kuvvetler ayrılığını daha belirgin hâle getirmiştir. “Temsilde adalet” prensibine uygun olarak Meclis daha demokratik ve güçlü hâle gelmiştir, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde 12 siyasi parti temsil edilirken, 5 siyasi partinin de grubu bulunmaktadır. Bu hâliyle Meclisin temsiliyette en üst seviyede olduğu görülmektedir. Bu kadar çeşitli ve seçmen iradesinin en yüksek oranda yansıdığı bir Meclis tablosunda eğer parlamenter sistem olsa idi son derece kırılgan koalisyonlardan bahsetmemiz gerekebilecekti. Oysa bugün Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi sayesinde bu kadar fazla siyasi partinin Mecliste temsil edilmesi yönetimde istikrarsızlığa sebep olmamakta, Hükûmet istikrarlı bir şekilde faaliyetine devam ederken Mecliste daha adaletli ve daha demokratik bir temsil söz konusu olabilmektedir.

Yeni sistem sonrasında Meclis yoğun bir yasama performansı ortaya koymuştur. Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi yürütmenin elinden alınınca kanunlarla Meclisin yasama yetkisi mutlak hâle gelmiştir. Kanunlar milletvekillerinin teklifiyle Meclise sunulmakta ve kanunlaşmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin kurum ve kurallarıyla yerleşik hâle gelmesi için Meclis İçtüzüğünde ihtiyaç duyulan değişikliklerin yapılmasının gerekli olduğu kanaatindeyiz. Meclisin yasama kapasitesini ve kalitesini artıracak olan İç Tüzük değişikliklerine Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu katkı sağlamaya hazır olduğumuzu bir defa daha dile getirmek istiyoruz. Bununla birlikte yasama ve denetim süreçlerinde komisyonların etkili hâle gelmesi, kanun tekliflerinin etki analizlerini yapacak ve raporlayacak sistemin oluşturulması, kesin hesap ve denetim raporlarının görüşüleceği ayrı bir daimi ihtisas komisyonu kurulması gerektiğini düşünmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yargıya olan güvenin artırılması, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının geliştirilmesi, adalete erişimin kolaylaşması, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi son derece önemlidir. Bu ilke ve değerler çerçevesinde Meclisimizde bugüne kadar 3 ayrı kanun paketi düzenleme olarak geçmiştir. 24 Ekim 2019 tarihinde birinci yargı paketi, 15 Nisan 2020 tarihinde ikinci yargı paketi, 28 Temmuz 2020 tarihinde de üçüncü yargı paketi kanunlaşıp yürürlüğe girmiştir. Bu süreçte yapılan kanuni düzenlemelerle hapis cezası beş yıla kadar olan ve bölge adliye mahkemesinde kesinleşen belirli suçlara ilişkin davalarda Yargıtaya temyiz imkânının verilmesi, tutuklama sürelerinin soruşturma sürecinde ciddi bir sınırlamaya tabi tutulması, uzlaşmanın, ön ödemenin, basit yargılama usulünün ve seri yargılama usulünün getirilmesi, Adalet Akademisinin yeniden teşekkül ettirilmesi, çocuk veya mağdurların ifade ve beyanlarının özel ortamda, adli görüşme odalarında alınması önemli gelişmeler olarak uygulamaya konulmuştur.

Yine, tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarla ticari uyuşmazlıklarda arabulucuya başvurunun dava şartı olarak zorunlu hâle getirilmiş olması, ticaret mahkemeleri; fikri ve sınai haklar mahkemelerinin il merkezleriyle birlikte büyük ilçelerde kurulabilmesi imkânlı hâle gelmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda değiştirilmesi beklenen ve yargılama süreçlerini tıkayan hususlarda önemli düzenlemeler yapılmıştır. Terör, uyuşturucu ticareti, cinsel saldırı ve istismar, kasten öldürme, işkence ve eziyet suçları hariç olmak üzere diğer bütün suçlarda cezanın infaz oranı 1/2’e düşürülmüş, geçici maddelerle 30 Mart 2020 tarihine kadar işlenen terör, uyuşturucu ticareti, cinsel saldırı ve istismar, kasten öldürme, işkence ve eziyet suçlarıyla özel hayatın gizliliğine ilişkin suçlar hariç olmak üzere diğer suçlar bakımından bir yıllık denetimli serbestlik süresi üç yıla çıkarılmıştır.

Covid-19 salgını nedeniyle terör suçluları hariç olmak üzere açık cezaevinde bulunan hükümlüler izinli sayılarak açık cezaevlerinden geçici olarak tahliye edilmişlerdir. Yapılan diğer bir yargı düzenlemesiyle Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı getirilmiş, avukat sayısı 5 binden fazla olan illerde en az 2 bin avukatın imzasıyla yeni bir baro kurulabilmesi mümkün hâle gelmiştir. En az on beş yıl kıdemi bulunan avukatlara pasaport verilmesi düzenlenmiş, baro aidatlarının mesleğe yeni başlayan avukatlardan yarı oranında alınması kararlaştırılmıştır. Bu düzenlemelerin yanında, Adalet Bakanlığımız tarafından yapılan idari düzenlemelerle yargı reformu kapsamında son derece faydalı uygulamalar faaliyete geçirilmiştir. Hukuk alanında atılacak yeni adımların Yargı Reformu Stratejisi çerçevesinde ortaya çıkacak kanuni düzenlemelerin devletimizin demokratik hukuk devleti vasfını daha da güçlendireceği, ekonomiye, yatırımlara ve nihayetinde ülkemizin istikrarına katkı sağlayacağı muhakkaktır.

15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında yargı camiamız FETÖ’ye ve diğer terör örgütlerine karşı amansız bir mücadele sergilemiştir. FETÖ’nün yargı ve adalet sistemimizde meydana getirdiği tahribat göz önüne alındığında, bugüne kadar FETÖ’yle mücadele konusunda soruşturma ve yargılama aşamalarında insan üstü emek harcayarak korkusuzca görevini yerine getiren yargı camiamızın gösterdiği büyük fedakârlık her türlü takdire layıktır. Son dönemde karara bağlanan dosyalarla FETÖ yapılanmalarının tamamına yakın kısmının yargılanmalarının sonuçlandığını ve FETÖ’cülerin hak ettikleri cezaları aldıklarını memnuniyetle takip etmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, 2019 yılının Aralık ayında Çin’in Wuhan bölgesinde ortaya çıktığı bilinen ve ilk dönemde SARS, domuz gribi, ebola virüslerinde olduğu gibi, belirli bir zamanda ve belirli bir coğrafyada etkili olacağı zannedilen Covid-19 isimli yeni tip coronavirüs kısa süre içinde dünyaya yayılarak küresel bir salgın hâline gelmiştir. Covid-19 salgını tüm dünyayı etkisi altına almış ve güçlü güçsüz devlet ayrımı yapmaksızın bütün devlet yönetimlerini hazırlıksız yakalamıştır. Salgın hastalığın etkisi yalnızca sağlık alanıyla kalmamış; küresel ekonomide, uluslararası ilişkilerde, toplumların psikolojilerinde ve sosyal hayatlarında derin sarsıntılar meydana getirmiştir. Sahip oldukları devasa ekonomik, askerî ve teknolojik güce güvenerek dünyada hâkimiyet kurmaya çalışan devletler, mikroskobik ölçekte bir düşmana karşı teslim olmuş durumdadırlar. Aşının yaygın bir şeklide kullanılmasıyla önlenebileceği kesinleşmiş olan Covid-19 virüsünün aşı uygulamasına kadar daha ne kadar can kaybına ve zarara sebep olabileceği bilinmemektedir.

Türk sağlık sistemi birçok ülkeden farklı olarak pandemiye karşı hazırlıksız yakalanmamıştır. Ocak 2020’de kurulan operasyon merkezi ve oluşturulan coronavirüs Bilim Kuruluyla, proaktif bir anlayışla hareket edilmiştir. Türkiye, sağlık hizmetleri altyapısı, sosyal güvenlik sistemi, gıda güvenliği gibi alanlarda mevcut imkânlarıyla birlikte sürecin yönetiminde attığı adımlar ve aldığı tedbirlerle kendine yeterli olmakla kalmayıp birçok ülkeye yardım edebilmiş olan bir devlet olarak ön plana çıkmıştır. Salgına karşı verilen mücadelede Dünya Sağlık Örgütü ve birçok ülke Türkiye’yi takdir eden ve başarılı bulan yayınlar yapmış ve açıklamalarda bulunmuştur. Türkiye’nin teklifiyle Dünya Sağlık Örgütü 2021 yılını Sağlık Çalışanları Yılı olarak kabul etmiştir.

Sosyal güvenlik şemsiyemizin, toplumumuzun tamamını kapsayacak şekilde Covid-19 salgın hastalığının test ve tedavisinin ücretsiz yapılması ve son olarak aşının bütün vatandaşlarımıza ücretsiz olarak uygulanacağının açıklanması, Türkiye’nin birçok ülkeden pozitif yönde ayrıştığını göstermektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan filyasyon ekipleriyle temaslı takibi başarılı bir şeklide gerçekleştirilmektedir. Yine bu süreçte hizmete açılan şehir hastaneleriyle birlikte çok kısa bir süre içinde hizmete açılan biner yataklı 2 acil durum hastanesiyle Türkiye, sadece Covid-19 salgınıyla sınırlı olmaksızın sağlık alanında gücünü dünya çapında ortaya koymuştur. Bu süreçte kısa bir zaman zarfında yerli ve millî imkânlarla solunum cihazının üretilmiş olması da son derece önemlidir. Yine coronavirüse karşı ilaç ve aşı çalışmalarında ülkemizde başarı elde edilmesi ve 2021 Nisan ayında yerli aşının uygulanmaya başlayacağının Sağlık Bakanımız tarafından açıklanmış olması son derece memnuniyet vericidir. Bununla birlikte yerli aşımız kullanılmaya başlanana kadar dünyada üretilen aşılardan ilk etapta 20 milyon doz aşı 11 Aralıkta ülkemizde olacak ve vatandaşlarımıza ücretsiz olarak uygulanacaktır.

Salgınla mücadelenin başladığı ilk günden bu yana âdeta seferberlik ilan etmiş olan sağlık ordumuza, doktorundan hasta bakıcısına, yardımcı personeline kadar bütün sağlık personelimize şükranlarımızı sunuyoruz. Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanlığımız tarafından yapılan açıklamada 12 bin yeni sağlık personelinin alınacağı ifade edilmiştir. Bu alımları memnuniyetle karşılamakla birlikte kalan sağlık personeli açığının da en kısa sürede kapatılması ve kamuda istihdam edilmeyi bekleyen sağlıkçılarımızın bir an evvel hak ettikleri kadrolara kavuşmalarını da arzu etmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz çok boyutlu ve çok katmanlı güvenlik tehditleriyle karşı karşıya bulunmaktadır. Uluslararası sistemdeki dalgalanmalar, yakın çevremizde bulunan coğrafyalarda yaşanan kaos ve çatışmalar, küresel rekabetin yerini düşmanlıklara bırakması ve ülkemizde yaşanan terör eylemleri ve darbe girişimleri karşı karşıya olduğumuz tehdit ve tehlikenin beka seviyesinde olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Uluslararası kuruluşların ve uluslararası hukukun âdeta felç olduğu, kuralsızlığın kural olduğu bir süreçte Türkiye kendisine yönelen tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmek üzere bütün imkânlarını seferber etmiş ve var gücüyle mücadele etme azmi içerisindedir. Bu çerçevede ülkemiz Libya’dan Doğu Akdeniz’e, Kıbrıs’tan Orta Doğu’ya, Orta Doğu’dan Kafkaslara çok önemli ve çetin mücadelelerin içerisinde bulunmaktadır. Ülkemiz, uluslararası hukuk açısından son derece haklı nedenlerle vermiş olduğumuz bu beka mücadelelerinde ne yazık ki Batının, özellikle ABD ve AB ülkelerinin çifte standartlı tavırlarına muhatap olmaktadır. Türkiye’nin ordusuyla, ekonomisiyle, diplomasisiyle güçleniyor olması, kendi imkânlarıyla karar alıp bunu uygulayabiliyor olması, insan merkezli adalet ve merhamet anlayışıyla meselelere yaklaşması büyük güçler açısından Türkiye’nin tehdit olarak algılanmasına neden olmaktadır.

Covid-19 salgının baş göstermesiyle birlikte Türkiye 156 ülkeye sağlık malzemesi yardımında bulunmuş, dünyanın farklı ülkelerinde bulunan 100 binden fazla vatandaşımızı da ülkemize getirmiştir.

Dünya 5’ten büyüktür parolasıyla uluslararası sistemi, özellikle uluslararası hukuku işlevsiz kılan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yapısının değişmesiyle ilgili olarak Türkiye’nin ortaya koyduğu görüşler bugün dünyada birçok ülke tarafından kabul görmekte ve dile getirilmektedir.

Türkiye’nin bölgesindeki ve dünyadaki kaos ve çatışma alanlarında etkin rolü oynayarak barışa katkı sağlaması, insani yardımlarla zarar gören insanlara kol kanat germesi ve hatta ülkesinin kapılarını açarak sığınmacıları insan onuruna yakışır bir şekilde misafir etmesi, bölgemizde ve dünyada Türkiye’nin itibarını artıran etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye, bölgesinde yaşanan gelişmelerde her zaman hesaba katılması gereken önemli bir güç olduğunu bütün dünyaya açık bir şekilde göstermektedir. Meşru hak ve menfaatlerimiz noktasında ülkemizin ortaya koyduğu millî politikalar sadece bugünümüzü değil geleceğimizi de derinden etkileyecek niteliktedir.

Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve Kıbrıs Türkü’nün menfaatleri yok sayılmaya çalışılmaktadır. Bölgede var olan hidrokarbon kaynakları nedeniyle ABD, Fransa, İngiltere, Rusya gibi Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olmayan devletler de bu gerginliğin içinde yerini almış bulunmaktadır. İsrail, Mısır ve Yunanistan’ın Türkiye ve Kıbrıs Türkü’nün haklarını gasbetmeye yönelik faaliyetlerine karşı, Türkiye kararlı bir şekilde Doğu Akdeniz’de varlık göstermeye devam etmektedir. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan ülkemizin uluslararası hukukta hiçbir bağlayıcılığı olmayan Sevilla Haritası adlı bir harita üzerinden Antalya Körfezi’ne hapsedilmeye çalışılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu ucube tezler bizim açımızdan yok hükmündedir ve ayaklarımızın altındadır. Kıbrıs, Türkiye’nin uluslararası hukuktan ve kurucu anlaşmalardan kaynaklanan haklarının yanında, millî bağlarımız dolayısıyla da en büyük, en mühim millî meselelerimizden biridir.

Türkiye, Kıbrıs Türkünün menfaatlerinden, hür ve bağımsız bir şekilde yaşayabileceği iki devletli çözümden yana olduğunu isabetli bir şekilde ifade etmektedir. Bu şekilde hiçbir oldubittiye müsaade etmeyeceğimizi açıkça da bütün dünyaya ilan etmiş bulunmaktadır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle iki devletli çözümden yana olan Sayın Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş olmasından da ayrıca memnuniyet duyduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dünyada tarih boyunca en çatışmalı ve kargaşalı üç bölge olan Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’nun tam ortasında yer almaktadır. Böyle önemli bir coğrafyada yaşamanın büyük fedakârlıklar gerektirdiği tartışmasızdır. Bu topraklarda var olabilmek için tarih boyu nice şehitler vermiş olan Türk milleti, bugün hâlâ bu toprakların kan bedelini, can bedelini ödemektedir.

Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, yüzyıl önce emperyalist güçler tarafından çizilen sınırların değiştirilmesine, bizzat komşumuz olan ülkelerin mikro parçalara ayrılmasına yönelik gayretler sonunda bu ülkeleri yangın yerine çevirmiş, yaşanan iç savaşlarda emperyalist devletlerin etkisiyle milyonlarca masum insan hayatını kaybetmiş, Suriye ve Irak gibi ülkeler yaşanılamaz hâle gelmiştir. Bu devletlerde ortaya çıkan otorite boşluğu, terör örgütlerinin bu topraklarda yuvalanmasına ve güçlerini artırmasına neden olmuştur.

Özellikle, ülkemizin sınırlarına yerleşen ve yerleştirilen bu terör örgütlerince bir terör koridoru oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu örgütler vatandaşlarımıza saldırılar düzenleyerek insanlarımızın yaralanmasına, hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. Bu terör örgütleriyle sınır ötesinde mücadele etmek mecburiyeti doğmuş, 2016 yılında gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı Harekâtı’yla yaklaşık 3 bin kadar DEAŞ’lı terörist etkisiz hâle getirilmiş, 2018 yılında Zeytin Dalı Harekâtı’yla 4.500 civarında PKK/PYD-YPG’li terörist etkisiz hâle getirilmiştir. 9 Ekim 2019 tarihinde başlatılan Barış Pınarı Harekâtı’yla 1.200 kadar PKK/YPG-PYD’li terörist etkisiz hâle getirilmiştir. Bahar Kalkanı Harekâtı’yla birlikte de büyük bir insani dramın yaşanması önlenmiş, Türk ordusuna yapılan saldırının ve şehitlerimizin hesabı sorulmuştur.

Türkiye bu harekâtlarda Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51’inci maddesi gereğince meşru müdafaa hakkını kullanmıştır. Yine bu kapsamda Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdiğimiz Pençe Harekâtı dizisiyle ve ülkemiz sınırları içerisinde gerçekleştirilen iç güvenlik harekâtlarıyla PKK terör örgütüne büyük darbe vurulmuştur. Türkiye, gerçekleştirdiği bu harekâtlarla ve sahip olduğu yerli millî silah ve mühimmatlarla terörü kaynağında yok etme stratejisini başarıyla uygulamakta, bu başarılar dünya çapında ses getirmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaklaşık otuz yıldan bu yana terörist Ermenistan’ın işgali altında bulunan Dağlık Karabağ ve 7 rayon, 27 Eylül günü Ermenistan’ın başlattığı saldırısı karşısında Azerbaycan’ın müdahalesiyle azat olmuş ve işgalden kurtarılmıştır. 9 Kasımda yapılan ateşkes ilanıyla çatışmalar sona ermiş, Ermenistan büyük bir bozguna uğramıştır. Çatışmaların sürdüğü günlerde Ermenistan, sivil yerleşim alanlarına, Azerbaycan’ın şehirlerine 500 kilo, 1 ton ağırlığında harp başlığı taşıyan füzelerle saldırarak savaş ve insanlık suçu işlemiştir. Nihayetinde Azerbaycan ordusu Türkiye’nin de büyük desteğiyle şanlı bir zafer kazanmıştır.

Bu vesileyle, çatışmalarda şehit düşen Azerbaycanlı askerlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize hayırlı ömürler diliyoruz. Otuz yıldır sona erdirilemeyen işgal, Azerbaycan ordusunun mücadelesiyle ortadan kaldırılmıştır. İşgali diplomatik yollarla sona erdirme iddiasında olan ABD, Fransa ve Rusya’nın Eş Başkanlığında çalışan Minsk Grubunun hiçbir işe yaramadığı, tarafsız olmadığı bu süreçte çok daha iyi anlaşılmıştır. Özellikle Fransa’nın tutumuyla Azerbaycan’ın haklarını yok saydığı, Karabağ’ın Ermeni teröristlerce işgalini haklı gördüğü açık bir şekilde anlaşılmıştır.

Fransa her zeminde Türk ve İslam düşmanlığını sürdürmekte ve bunu yaparken hiçbir hukuki ve ahlaki kaideye riayet etmemektedir. Fransa ve diğer batılı ülkelerde ortaya çıkan İslam ve Türk düşmanlığı vahim noktalara varmakta, dünya çapında Müslümanların ve Türklerin haklarının ihlal edilmesine, taciz ve saldırılara muhatap olmasına hatta hayatlarını kaybetmesine yol açmaktadır. Türkiye, her koşulda güçlü olmak ve hakkaniyet duygusuyla dünyada adaletli ve merhametli olarak da kudretli olunabileceğini göstermek durumundadır. Ne yazık ki dünyada bunu gösterebilecek karaktere sahip başka bir millet ve başka bir devlet bulunmamaktadır.

Türkiye 2023, 2053, 2071 vizyonlarıyla bu hedefe büyük bir kararlılıkla yürümektedir. Cumhur İttifakı millî ve yerli anlayışla, Türk devletine yönelen bütün tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmektedir. Cumhur İttifakı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetlerin üzerine çıkma hedefini yakalama azmiyle millî ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletini yaşatacak ve ülkemizi küresel güç hâline getirecek adımları atacak millî, ahlaki ve tarihî bir birlikteliktir. Türk milletinin, İslam dünyasının ve hatta bütün mazlumların umudu Türkiye’de ve Cumhur İttifakı’ndadır. Gelecek, inanıyoruz ki Müslüman Türk milletinin ve Türkiye’nin olacaktır.

Bu düşüncelerle, görüşülmekte olan Bütçe ve Kesin Hesap Kanunu Teklifi’ni desteklediğimizi yeniden belirtiyor, yüce Meclisi ve büyük Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*