Sayın Genel Başkanımız: TBMM, Türk milletinin irade ve egemenliğinin temsil kurumudur

Cumhur İttifakı Millet Aklı

Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma

Muhterem Milletvekilleri,

Medyamızın Değerli Temsilcileri,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımızın başında sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varlık ve birlik mücadelesi veren kardeşlerimize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Önümüzdeki Cuma günü mensubu ve meftunu olduğumuz TBMM’nin 101’inci açılış yıldönümü iftiharla kutlayacağız.

İlk Meclis’in muhterem mebuslarını ve müstesna hatıralarını bir kez daha yad edeceğiz.

23 Nisan 1920 Cuma günü Ulus’taki Taş Bina’da milli iradenin teşekkülüyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atıldı.

Kuran-ı Kerim tilavetleriyle, kesilen kurbanlarla, dudaklardan dökülen aminlerle, yüreklerden kopan dileklerle İlk Meclis tarih sahnesindeki muhkem yerini aldı.

Meclis-i Mebusan’dan iltihak eden mebuslarla, Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mart 1920 tarihli Genelgesi mucibince yapılan seçimlerle belirlenmiş mebuslar Ankara’da toplandı.

Demokrasi tarihinde, iki ayrı genel seçim vasıtasıyla oluşan tek Meclis Ankara’nın Ulus semtinden anıt gibi yükselen Büyük Millet Meclisi’dir.

Biliyoruz ki, işgale, istilaya, ihanete karşı İlk Meclis’in eşsiz iradesiyle direnilmiştir.

Kurucu kahramanlar hiçbir zaman kanun dışına taşmamış, milli iradenin özlemlerinden kopmamıştır.

Dünya üzerinde, zillete ve zulme Meclisi’nin etrafında kenetlenip savaş açan ikinci bir millet o güne kadar görülmemiştir.

İlk Meclis, ordular kurup ordular yönetmiş, zaferden zafere koşarak vatanın harem-i ismetinden düşmanı söküp atmıştır.

İlk Meclis imkansızlığa karşı imanın adı, yıkıma karşı yükselişin ahlakı, zalimlere karşı milletin aklıdır.

İlk Meclis, istiklal haysiyetini, istikbal hedeflerini millet nam ve hesabına varlığında toplamış kahramanlık beratıdır.

Mondros Ateşkes Antlaşması, İmparatorluğumuzun esaret ve teslim belgesiydi.

Sömürgeciler masa başında tuzak kurmuşlar, maalesef bu antlaşmaya imza koyanlar da zelil tuzağa düşmüşlerdi.

Osmanlı İmparatorluğu 1.Dünya Savaş’ından çıktığından 1 milyon kilometre karelik toprağını kaybetmişti.

Üstelik yalnızca toprak değil bağımsızlık da elden çıkmıştı.

Birleşik Krallık Başbakanlarından birisi, milli varlığımızın tamamen ortadan kaldırılmasından bahsetmişti.

Lord Curzon Türkleri entrika ve fesat kaynağı olarak yaftalamıştı.

Elbette bu müfteriliğin Türk milleti nezdinde hiçbir itibarı yoktu.

Çünkü şeytani emellerden rahmani sözler beklemek boşuna gayretti.

Vatan coğrafyası ateş altına alınmış, kanlı postallar dehşet saçmaya başlamıştı.

Böylesi bir vasatta, İlk Meclis bezgin ve bitkin Anadolu bozkırından, yorgun ve yılmış beşeri varlıktan bir güneş gibi parladı.

Umutsuzluğun koyu sisini dağıtmak maksadıyla Ankara mahreçli şanlı bir irade serpilip sivrildi.

Ulus’ta tadilatı henüz tamamlanmamış taş binada toplumun her kesiminden, her meslek grubundan, farklı farklı dünya görüşleri olsa bile ortak paydaları vatanseverlik olan mebuslar bir araya geldi.

Hatta dönemin bazı mebusları nice zorlukları aşarak Ankara’ya intikal etti.

Mesela, Artvin Mebusu Ahmet Fevzi Bey, Şavşat halkından toplanan 75 lirayla yola çıkmış, Samsun’a sekiz günde gelebilmiş, buradan da 4 mebus arkadaşıyla bir at arabası kiralayarak güçlükle Ankara’ya ulaşabilmişti.

Trabzon Mebusu Eyüpzade İzzet Bey Ankara’ya gelirken 6 Mayıs 1920 tarihinde, eşkıyalar tarafından Samsun-Çarşamba arasında şehit edilmişti.

İlk Meclis’in saygıdeğer mebusları, barınacak yerleri olmadığından Ziraat Mektebi’nin öğrenci yatakhanesinde kalmışlardı.

İlk Meclis’te ışık yoktu, yasama faaliyetleri mumların ve isli gaz lambalarının altında yapılıyordu.

Sıralar mekteplerden taşınmış, sararmış kâğıtlara kararlar yazılmıştı.

İlk Meclis’in mebusları sekiz ay maaş alamamıştı.

Bir yıl sonra da aldıkları maaşlarının yüzde 20’sini bütçe açığını kapatmak amacıyla devlete iade etmişlerdi.

Meclisimizin açılışı, milletler mücadelesinin acımasızca sürdüğü bir dönemde;

Türk milletinin tam bir mutabakatla, milli kimlikte ve milli hedefte buluşmasının,

Yıllardır süren kayıpların çöküntüsünü atarak güç ve moral depolamasının,

Teslimiyet ve tavizlere son vererek derlenip toparlanmasının,

Silahla verilen bir mücadelede bile demokratik ve toplumsal uzlaşmayla sağlanan milli meşruiyetin dönüm noktasıdır.

Ankara’nın Ulus Meydanı’ndaki Tek Katlı Taş Bina’dan ortaya çıkan sonuç,

Yaklaşık iki asrı aşan elem ve çile dolu geri çekilmenin artık son bulacağının,

Bugünkü coğrafyamız üzerinde ebediyen yaşamaya devam edeceğimizin,

Vatanımızı sonsuza kadar koruyacağımızın,

Akıl, hesap, irade, iman ve süngü ile birleşen bir mücadele ile Türklüğün makûs talihini döndüreceğimizin cihana tebliğidir.

23 Nisan 1920 tarihi, elbette ki üç yıl sonra varlığını ve bağımsızlığını bütün dünyaya ilan edecek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve hukuki alt yapısının hazırlandığı bir döneminin başlangıcıdır.

Bu yönüyle İlk Meclis, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesidir.

Bu tarih, vatanın bağımsızlığı ve milletin bekası için yüreğini ortaya koymuş muhteşem kadroların, aziz Atatürk liderliğinde tarihin akışını değiştirmesinin ilk hamlesidir.

Büyük Millet Meclisi’nin açılması, aziz milletimizin bağımsızlığına yönelmiş olan ve sabırları zorlayan dayatma ve gelişmeler karşısında, neleri göze alıp, nasıl başarabileceğinin de emsalsiz örneğini teşkil etmiştir.

Gerek Büyük Millet Meclisi’nin açılış şartları, gerekse sonradan yaşanan siyasi, sosyal gelişmelerin tamamı; bizleri küçümseyen, onurumuza ve mukaddesatımıza el ve dil uzatmaya yeltenen, gücümüzü sınamaya kalkışan mihrakları nasıl bir akıbetin beklediğini göstermesi bakımından tarihi bir ibret ve ihtar levhası olmuştur.

Bu nedenle, Millet Meclisimizin açılması ile başlayan sürecin manasını ayrıntıları ile bilmenin, devlet ve millet hayatımızda yeniden karşımıza çıkan benzer tehditlerin doğru anlaşılmasında mühim bir tesiri olacağına inanıyorum.

En müşkül anlarda bile Türk milletine gücü yetmeyenlerin, bugün yeni maceralarla şanslarını bir kez daha denemeye kalkışmaları bu açıdan beyhude bir çabadır.

Tarihin acı ve tatlı hatıralarla kapanmış sayfalarını, son bulmayan intikam duygularıyla, asla hak etmediğimiz insanlık dışı iftiralarla tekrar açılmasına heveslenmek dikkat etmemiz gereken bir tehlike olarak karşımızdadır.

Unutmayalım ki, inancımızın ve iddialarımızın devamı, ancak dayanma gücümüz, dirayetli tavrımız, dik duruşumuz kadardır.

Bunun timsali de Büyük Millet Meclisi’nin açılışıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Bu toprakları vatan yapan ecdadımızdan devraldığımız emanetin, omuzlarımıza yüklediği görev elbette ağırdır.

Ancak bu kutlu vazifeyi yerine getirmek için ihtiyacımız olan cesaret ve ilham ise tarih sayfalarında fazlasıyla mevcuttur.

Türkiye’nin yükselişi de, tıpkı 23 Nisan 1920‘de tecelli eden şuurda anlamını bulduğu gibi; sorunlara yalnızca başkent Ankara’dan bakan, ayrışmayı değil birleşmeyi, dağılmayı değil buluşmayı, parçalanmayı değil kucaklaşmayı, farklılaşmayı değil bütünleşmeyi hedefleyen kolektif şuurla mümkündür.

23 Nisan 1920’nin aziz hatıralarını aramak ve anlamak için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur.

19 Mayıs adımında tecessüm eden yüksek ülkülerde,

Ardı arkası kesilmeyen telgraflarda,

Heyecanla buluşulan kongre salonlarında,

Asker götüren katarların loş vagonlarında,

Mermi taşıyan kağnıların gıcırdayan teknelerinde,

Uykusuz gecelerle geçen Meclis sıralarında ve nihayet,

Şehadetlerle dolu vatan topraklarında, onu anlamak ve tanımak isteyenler için kutlu anıları ve belgeleri sıcaklığını hala muhafaza etmektedir.

Dün olduğu gibi bugün de, kardeşliğimize musallat olan gelişmeler karşısında en önemli direnç ve dayanma gücümüz, yüreklerinin vatan ve millet sevgisi ile dolu olduğunu düşündüğüm siz muhterem milletvekillerinin yüksek iradesinde saklıdır.

Aziz milletvekillerinin verecekleri her kararda mensubu oldukları “Gazi Meclis”in tarihine, şerefine, namusuna ve anlamına uygun hareket edeceklerine olan inancım tamdır.

Meclis’i Gazi, varlığı Gazi, devleti Gazi olan bir milletin ve onun aziz temsilcilerinin teröre ve hıyanete bulaşmış, Türkiye düşmanlarıyla el ele vermiş siyasi bölücülere göz yumması da düşünülemeyecektir.

TBMM’de biriken fezlekelerin bir an önce görüşülerek karara bağlanması terörle mücadelede teşvik edici ve kamçılayıcı bir işlev görecektir.

Bu Meclis’te meşru her görüş demokratik sınırlar çerçevesinde tıpkı 1920’li yıllarda olduğu gibi özgürce seslendirilmelidir.

TBMM, Türk milletinin irade ve egemenliğinin temsil kurumudur.

Milli hassasiyetlerin, milli gayelerin, milli birlik ve kardeşliğin ana karargâhı burasıdır.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

Milletin önünde ve üstünde bir güç yoktur.

Hiçbir bölücü odağın, terörizme yardım ve yataklık yapan hiçbir menfur oluşumun, Mehmetlerimize kast eden, vatan evlatlarına kurşun sıkan hiçbir hain örgüt uzantısının Gazi Meclis’te yeri olamaz, demokrasi adına söyleyecek tek bir sözleri dahi bulunamaz.

TBMM’de eşkıyanın hükmü değil milletin hükmü geçerlidir.

Dün yedi düvele meydan okuyan, en buhranlı anlarda, en ağır şartlarda bile demokrasinin erdeminden ayrılmayan Gazi Meclis’te her fikre cevaz vardır, ama ihanete, bölücülüğe, bölünmeye icazet yoktur, izin yoktur, fırsat yoktur.

Bu tarihi ve milli kararlılığa herkesin riayeti samimi dileğimdir.

Cumhuriyetimizden üç yıl önce açılmış olan TBMM, nasıl ki yeni Türk devletinin doğuşunu müjdelemişse, pırıl pırıl çocuklarımız da ülkemizin onurlu ve yüksek geleceğini müjdelemektedir.

Bu kutlu günün çocuklarımıza armağan edilmesinin en önemli nedeni ve gerekçesi de bize kalırsa budur.

Milletimiz, bağrından yetişen yeni nesillerle varlığını sürdürecek, devletimiz genç kuşaklarla geleceğe umutla bakmaya devam edecektir.

Bu vesileyle sevgili çocuklarımızın ve bugünün kendilerine ithaf edildiği dünyadaki bütün çocukların bayramını şimdiden kutluyorum.

Gerçek ve kalıcı barış, huzur, mutluluk ve kardeşlik diliyorum.

Yüzyıllarca hüküm sürdüğümüz coğrafyalarda, varlığını feda ederek huzur içinde yatan meçhul kahramanların muhterem hatıralarını minnetle yâd ediyorum.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde hayat ve vücut bulmamızı sağlayan kahraman nesilleri, bu kutlu Meclis’i emanet eden büyük Atatürk’ü, ilk Meclis’in muhterem üyelerini, ebediyete irtihal etmiş tüm milletvekillerini rahmetle anıyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

İçinde bulunduğumuz yıl aynı zamanda Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun da yüzüncü yılıdır.

1921 Anayasası’nın görüşülmesi ve kabulünde, yürürlükte bulunan Kanun-ı Esasi’de yer alan özel nisap ve usuller uygulanmamış, olağan yasalar için öngörülen kurallar işletilmişti.

İki ay süren ateşli tartışmalar sonucunda mutabakat sağlanıp esasen 23 maddeden teşekkül eden, ilaveten bir ayrık maddeden oluşan Anayasa Büyük Millet Meclis’inin 20 Ocak 1921 tarihli oturumunda kabul edilmişti.

1876 Anayasası üzerinde en tartışmalı konu “Hâkimiyet-i Milliye” kavramı olmuştu.

Özellikle 1909 yılından sonra daha da artan bu tartışmaların temelinde “Padişah mı yoksa Meclis-i Mebusan mı daha üstün?” sorusu sürekli gündemdeki yerini korumuştu.

1921 Anayasa’sının 1’inci maddesi, hâkimiyetin bilakaydüşart milletin olduğunu, idare usulünün de halkın mukadderatanı bizzat ve bilfilli elinde tutmasını baz almıştı.

Kurucu kahramanlar, İstiklal Savaşı’nın çerçevesini Anayasa ve yasalara uygun şekilde tesis ederek Kurtuluş Mücadelesi’nin meşru ve hukuki sınırlar içerisinde kalmasına titizlikle özen göstermişlerdir.

Bu demokratik hassasiyet, dönemin vahim ortamı dikkate alındığında, gıpta edilecek, hayranlık uyandıracak, örnek alınacak bir gelişme, bir yükseliş, bir kararlılık numunesidir.

Meclis, başına buyruk hareket etmemiş, bütün karar ve atılımlarını milli egemenlik ilkelerine, milletimizin tertemiz hür iradesine dayandırmıştır.

Bu kapsamda millet topyekûn ayağa kalkarak, üzerindeki ölü toprağı silkeleyip atmış, bununla mündemiç halde bulunan Büyük Millet Meclisi istiklal ve istikbal haklarımızı cesaretle müdafaa etmiştir.

1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun üzerinden yüz yıl geçmiş olsa da, yeni anayasa arayışları, yeni anayasa hazırlıkları, yeni anayasa çalışmaları hiç sonlanmamıştır.

Maalesef son 60 yıla damga vuran darbe anayasaları millet ve devlet hayatının işleyişini adeta kilitlemiş, siyasi ve hukuki kutuplaşmaları tetikleyip beslemiştir.

Türkiye’mizin yepyeni, sivil nitelikli, geniş katılımlı, toplumun her kesimini içine alacak, tüm düşünce ve eğilimleri kapsayacak bir anayasaya ihtiyacı olduğunu görmek, bunun da gereğini müştereken yapmak lazımdır.

Teferruattan arındırılmış, yalın ve anlaşılır, hükümleri arasındaki çelişkilerden ayıklanmış, kısa, net, milli ve manevi hayatımızın esaslarını kavramış, bize özgü, bizi yansıtan, gelecek ile geçmişi temerküz etmiş, gerekçeleriyle gerçekleri yakalamış bir anayasayla Cumhuriyetimizin yüzüncü yıldönümünü kucaklamamız kaçınılmaz milli bir görevdir.

Bu tarihi göreve Milliyetçi Hareket Partisi önşartsız hazırdır.

Bu ihmal edilemez görevin şuuru Cumhur İttifakı’na ziyadesiyle hâkimdir.

Biz milli mutabakatı tarihte başardık, ahlakta başardık, kültürde başardık, kardeşlikte başardık, inançta başardık, iradede başardık, inanıyorum ki, aynısını bir toplum sözleşmesi, bir toplumsal uzlaşma halinde yeni ve sivil bir anayasa da yapabilir, başarabiliriz.

Yeni anayasa hedefi aynı zamanda Türk milletinin hedefidir.

Bu hedeften kaçanları millet affetmeyecek, tarih affetmeyecek, gelecek nesiller hiç affetmeyecektir.

Hayatın her alanında asgari müştereklerde, ortak değerler etrafında buluşmak, kaynaşmak, uzlaşmak zorundayız.

İç ve dış işgal cephesine karşı diri ve uyanık olmalıyız.

Anayasa konusunu günlük siyasi çekişmelerin, değersiz polemiklerin, köksüz anlaşmazlıkların dışında tutmalıyız.

Siyasi partilerden, mesleki ve sivil toplum kuruluşlarından, fikir ve düşünce hayatımızı yönlendiren çevrelerden yeni anayasaya karşı çıkan, itiraz eden, ayak sürüyen henüz görülmemiştir.

Herkes ittifakla darbe anayasasından rahatsızlığını dile getirmekte, yeni bir anayasanın yazılması gerekliliğine vurgu yapmaktadır.

O halde bazı siyasi zihniyetlerin sudan sebeplerle oyun bozanlık yapmaları, hem nalına hem mıhına vurmaları tutarsızlık ve samimiyetsizlik değildir de nedir?

CHP’nin kaçak güreşmesi, İP’in ucuz bahanelerin ardına saklanması nasıl yorumlanmalı, nasıl okunmalıdır?

Milletimizin istek ve iradesine sırt dönmek, kabaran beklentilere kulak tıkamak, sorarım sizlere, siyaset ve demokrasi adabının neresiyle bağdaşmaktadır?

PKK uzantılarıyla anayasa masası kurup taslak metin hazırlayan CHP ve İP’in milli ihtiyaca dönen meşru anayasa hazırlık sürecine bigâne kalması hangi anlayışın, hangi arayışın, hangi ahlakın ürünüdür?

Üstelik anayasa meselesini güçlendirilmiş Parlamenter Sistem talep ve teklifiyle işin başından itibaren baltalama çabası sorumsuzluk değil midir? Yanlış değil midir?

Parlamenter Sistem denenmiş ve dibi boylamıştır.

Konu demokratik vasıtalarla kapanmıştır.

Yönetim hayatımızda müstesna bir reform yapılmış, tarihi müktesebatımıza uygun, milli özlemlerle uyumlu bir sistem uygulama safhasına geçmiştir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne, yani Türk Tipi Başkanlık Modeli’ne, abuk sabuk gayelerle, eften püften mazeretlerle, hatta tam bir gafillik numunesiyle karşı çıkmak, karalama yarışına girmek eğer cehalet değilse biliniz ki işbirlikçilik ve ilkesizliktir.

Bayatlamış taktiklere, bayağı telkinlere, baygın ve batık telakkilere karnımız toktur, bunları kabulümüz söz konusu değildir.

Yürürlükteki yönetim sistemiyle çatışmayan ve çelişmeyen yeni bir anayasa devlet yönetiminin gücüne güç katacak, milletimizin refah ve huzuruna en üst düzeyde katkı sağlayacaktır.

Bundan rahatsız olanların iyi niyetinden, vatan sevgisinden bahsetmek akıl ve izan tutulmasıdır.

Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümünü yeni bir anayasayla taçlandırmak, 1876’dan beri süregelen bu çerçevedeki gerilimleri yumuşatıp bir mutabakat metniyle bağıtlamak hakikaten bu ülkeye, bu millete yapılacak en önemli, en değerli hizmetlerden birisidir.

Bu hizmetin şerefine ortak olanları tarih saygıyla anacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi yeni anayasa vizyonunu kavramış ve kararlılıkla çalışmaya koyulmuştur.

Allah’ın izniyle yakın bir tarihte çalışmalarımız nihayete erecek, ortak akılla ve Cumhur İttifakı’nın ortak iradesiyle milletimizin şanına, şöhretine, vasfına, vakarına, varlığına müstahak bir anayasa hazırlık süreci inşallah tamamlanmış olacaktır.

CHP’ye sesleniyorum, gelin bu sürece sizde destek verin.

İP’e sesleniyorum, gelin bu onurun içinde sizde yerinizi alın.

El birliği yapalım, güç birliği yapalım, darbe anayasasından aziz milletimizi kurtaralım.

İstikbalin rotasını çizecek yeni bir sayfa açalım.

Unutulmasın ki, birlikten muzafferiyet, bencillikten mağlubiyet doğar.

Gelin mağlubiyet yaşamayın, gelin mahcubiyet duymayın.

Değerli Arkadaşlarım,

İlk Meclis’in siyaset ve diplomasi istikameti; gayet akılcı, son derece stratejik, oldukça dengeli, bir o kadar sabırlı ve soğukkanlı, elbette milli gerçeklere bağlıydı.

Bununla birlikte Doğu ile Batı’nın birbirinden farklı, ancak ağırlık bakımından neredeyse aynı düzeydeki maddi ve manevi baskıları arasında hareket etmek zorundaydı.

Meclis, iç ve dış siyasi gelişmeler karşısında daima pozisyonunu tayin etmek lüzumunu duymuş, en gerçekçi şekilde olayları ve tarihin akışını yorumlamıştır.

Üstelik Doğu ile Batı’nın milli varlığa ve siyasi kurumlara tesir seviyesini isabetle hesaplamış, tehditleri zamanlama yanlışına düşmeden analiz edebilmiştir.

Milliyetçi kahramanlar, deyim yerindeyse iki ateş arasından bu cennet vatanı kurtarmasını bilmişler, hiç kimseye, hiçbir güç odağına boyun eğmemişlerdir.

Kaldı ki tam bağımsızlığın başkaca bir yolunu da görmemişledir.

Türkiye bugün dört bir taraftan sıkıştırılmak, çembere alınmak istenmektedir.

Rusya-Ukrayna arasında yükselen tansiyon, Kerç Boğazı’nın askeri gemilere kapatılıp Azak Denizi’nin ablukaya alınması, ABD’nin Karadeniz’e savaş gemisi göndermekten vazgeçip devreye İngiltere’nin girmesi bölgenin her türlü ihtimale açık olduğunu teyit etmektedir.

Rusya, Ukrayna sınırına çok ciddi askeri yığınak yaparken, Kırım’a da asker konuşlandırmıştır.

Artan gerilimin yatıştırılması konusunda Türkiye’den başka inisiyatif üstlenen, öne çıkan, aktif bir dış politika izleyen ikinci bir ülke ne yazık ki yoktur.

Ukrayna ve Rusya arasında çıkacak muhtemel bir savaşın diğer taraf ülkelerin müdahalesiyle yaygınlaşması, nihai olarak huzur ve barış denizi olan Karadeniz’in kana boyanması kuşkusuz felakettir.

Kuzeyimizde bunlar yaşanıyorken, Akdeniz’de Yunanistan çarpık bir plan ve çirkin bir senaryo dahilinde tahrik kampanyasını yoğunlaştırmaktadır.

Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ziyareti esnasında yayımlanan bir Navtex ile Girit’in güney doğusunda bir Fransız araştırma gemisi ve refakatçisi Yunan savaş gemisi kıta sahanlığımıza tecavüz etmiştir.

Zamanında müdahale eden Türk firkateynleri ise mütecaviz emellere set çekmiş, müsamaha göstermemiştir.

Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın Türk Dışişleri Bakanı’yla ortak basın toplantısında sergilediği nezaketsiz, mesnetsiz, kaba ve gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan suçlayıcı ifadeleri Türkiye’ye kriz çıkarmak amacıyla özel olarak gönderildiğine işaret etmiştir.

Densiz Dendias’ın ağzının payını veren, haddini bildiren ve gevşeyen ayarlarını sıkıştıran Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nu huzurlarınızda yürekten tebrik ediyorum.

Basın toplantısı öncesi Sayın Çavuşoğlu’na, mevkidaşının anladığı dilden konuşması hususunda talimat veren Sayın Cumhurbaşkanımıza da şükranlarımı sunuyorum.

Türkiye’nin itibar ve saygınlığını gölgelemeyi aklından geçiren Yunan Bakan sert kayaya çarpmış, parmak sallayım derken Türk pençesini yemiştir.

Anlaşılan Türkiye’nin Akdeniz’de meşgul edilmesi planlanmaktadır.

Bize göre buradaki hedef, Rusya ve Ukrayna gerilimindeki sağlam duruşumuzu bozmak, Doğu ile Batı arasındaki dengeli tutumuzu budayarak bir tercihe zorlamaktır.

Yunanistan’ın maşalık ve korsanlığa soyunması, bu ülkenin Dışişleri Bakanı’nın olay çıkarmak niyetiyle Türkiye’ye gelmesi önü arkası düşünülmüş, diplomatik teamüllerle ters düşmüş ucuz bir oyundur.

Kuyu kazan, kazdığı çukura paldır küldür devrilmiştir.

Akdeniz’in güvenliğini tehdit eden yegane ülke Yunanistan’dır.

Gayri askeri statüde olması antlaşmalarla güvenceye alınan 12 Ada’yı silah ve askerle dolduran Yunanistan hem suçlu hem de korkaktır.

Batı Trakya’da Müslüman azınlıktan bahseden bu çürük kafalar, oradaki azınlığın aynı zamanda Türk olduğunu, bu gerçeği değiştirmeye hiçbir çapulcunun, hiçbir muhasım ülkenin takatinin yetmeyeceğini bilmeleri ve kabullenmeleri şarttır.

Sayıları 150 bine ulaşan Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının kendi baş müftülerini seçmekten mahrum olmaları büyük bir haksızlık, vahim bir hukuksuzluktur.

Lozan Antlaşması çiğnenmektedir.

2012 yılında Batı Trakya’yı ziyaretimiz sırasında, bizleri alicenaplıkla karşılayan, “Evinize hoş geldiniz” diyerek sevinç içinde kucaklarını açan soydaşlarımız asla yalnız değildir, asla çaresiz değildir, asla sahipsiz değildir.

Görüldüğü kadarıyla Yunanistan tarihten hiç ders almamıştır.

Anadolu’dan kaçarken enselerinden yakalanan Yunan askerlerinin Ege’ye nasıl döküldüğünü, bir daha karaya çıkarlarsa dünyayı başlarına nasıl geçireceğimizi bu küçücük ülke sanıyorum hafızasından da çıkarmıştır.

Densiz Dendias’a ve Başbakan Miçotakis’e destursuz bağa girenin sopayla kovalanacağını birilerinin tek tek anlatmasında yarar olacaktır.

Deve nasıl ki boynuz ararken kulağından olmuşsa, Yunanistan da aklını başına almazsa değil kulağından bu gidişle boynundan da mahrum kalacaktır.

Lafla peynir gemisi yürümez, Akdeniz’de fitnenin fermanı okunamaz.

Dilden gelen elden gelse keyfi yeten sultan, canı çeken de denizler hâkimi olurdu.

Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı provoke edenler Akdeniz ve Karadeniz’de stratejik hesapları olan hunhar emperyalistlerdir.

Bunu görüyor, bunu biliyoruz.

Aynı Yunanistan, şu mübarek günlerde Filistin’e şiddetle musallat olan Yahudi yerleşimci terörünü tasdik edercesine, İsrail ile kapsamlı bir savunma antlaşması imzalamıştır.

İnsaf ve merhamet bilmeyen, hoşgörü ve insanlık tanımayan bu ülkenin kolluk güçleri, mültecilerin üzerine benzin döküp yakmaya teşebbüs edecek kadar acımasızdır, alçaktır, barbardır.

Hani Avrupa değerleri? Nerede insan hakları? Nereye gitti insani yardım kuruluşları?

AB’nin ve ABD’nin arkasına gizlenerek terör estiren, zulüm yağdıran Yunanistan hükümeti unutmasın ki, mazlumların ahı hiç kimsenin yanına kalmayacak, bu hesap yarına bırakılmayacaktır.

Türk milleti, evinden barkından kopmuş masum yavruları, kimi kimsesi olmayan muhtaç ve düşkün insanları vicdan örtüsüyle, şefkatli dokunuşuyla korumaya alırken, Yunanistan’ın ateşe verme iştahı tek kelimeyle kansızlıktır.

Nitekim herkes soyuna çekecek, kanının ve fıtratının gereğini yapacaktır.

Türkiye alerjisi ortak paydaları olan, Doğu Akdeniz’de aleyhimize ittifak kuran Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin dışişleri bakanları düzeyinde özel bir toplantıyla bir araya gelmeleri muhasım cephenin faal halde olduğunu göstermektedir.

Türk milleti oyunları bozmaya muktedir, zalimleri ve piyonlarını her saha ve zeminde karşılamaya da kararlıdır.

Akdeniz ve Karadeniz’de Türkiye’nin milli güvenliği risk ve tehditlere maruz kalmışken, 104 emekli amiralin bildirisi bize göre karanlık bir planın ilk halkasıdır.

Türkiye’nin mavi vatanında her zamankinden fazla tedbirli ve kuvvetli olması gerekirken, 4 Nisan bildirisinin Deniz Kuvvetleri’mizi töhmet altında bırakması, donanmamız üzerine gölge düşürmesi iç ve dış bağlantıları olan ahlaksız bir tertiptir.

Bu tertibe sahip çıkan kim varsa Yunanistan’ın hizasındadır.

Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk’un, 4 Nisan darbe çağrısının mertçe kaleme alındığını bir gazete aracılığıyla açıklaması ise tam manasıyla namertliktir.

Emekli amirallerin bildirisini anayasal hak gören, düşünce özgürlüğüyle izah eden cunta sevdalıları, demokrasi muhalifleri, neyin ön hazırlığıyla, hangi amaçların propaganda faaliyetleriyle tembihlenmişlerdir?

Her puslu dönemde, yargıya yuvalanmış bir ucubenin ağzını açması, nifak saçması nereye kadar olağan karşılanacaktır?

2007 yılındaki Cumhurbaşkanı seçimini mimarı olduğu 367 düğümüyle krize sokan Kanadoğlu’ndan sonra şimdi de devreye beyni sulanmış Yargıtay eski Başkanı mı girmiştir?

Belli merkezlerde projelendirilip kamuoyuna servis edilen 128 milyar dolar nerede sorusu, ihanetin ve melanetin maskesi olarak mı kullanılmaktadır?

Hazine ve Maliye Bakanı kaybolan para yok diyor, Merkez Bankası Başkanı aynı şeyi söylüyor, üstelik somut ve rasyonel veriler de bu ifadeleri doğruluyor, ne var ki CHP-İP-HDP ağız birliği etmişçesine 128 milyar doların akıbetini sorguluyor.

Bre utanmazlar, 128 milyar doları bırakın da, 104 emekli amiralin 4 Nisan bildirisinin hesabını verin.

Çünkü alayınız işin içindesiniz.

Aradığınız para devletin kasasında, peki siz neredesiniz?

Hz.Ömer, utanması olmayanın kalbi ölüdür, demişti.

Bunların siyasetleri de kalpleri de iflas etmiştir.

Mertlikleri ise sıvası dökülmüş kerpiç duvar gibidir.

İşi gücü bırakıp gece yarısı bildirisi yayımlamak, sonra da metin değiştirilmiş, haberim yoktu, nasıl olduğunu bilmiyordum, diyerek kıvırmak mertlik değildir.

Mertlik, demokrasiye sahip çıkmaktır.

Mertlik, milli iradeye sadakat göstermektir.

Mertlik, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunmaktır.

Mertlik, Yargıtay eski Başkanı’nda olmayan, zillet ittifakında görülmeyen haslet ve davranış kalıbıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Yunanistan’ın tahammül sınırlarını zorlayan tacizleri sürerken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin Kuran Kurslarının laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle kapatması Rumların değirmenine su taşıyan kepazeliktir.

Bu mahkemeye nüfuz eden bağnazlığın ne laiklikle, ne de din ve inanç hürriyetiyle alakası vardır.

Kuran-ı Kerim’in öğretilmesinin neresi laikliğe aykırıdır?

Allah kelamına yönelik bu saygısızlığın, bu nefretin neresinde laiklik vardır?

Anayasa Mahkemeleri her yerde çıbanbaşı, her yerde sorun kaynağıdır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin bu ilkel kararından dönmesi inancımıza ve insanlık onuruna saygının bir gereğidir.

Mübarek Ramazan ayında, söz konusu mahkeme kararını kınıyor, asıl laikliğe aykırılığın bu mahkemenin varlığında ortaya çıktığını buradan ifade ediyorum.

Sözlerime son vermeden önce, milletimizi sevindiren bazı başarılardan da kısaca bahsetmek istiyorum.

İtalya’da gerçekleşen Paralimbik Yüzme Dünya Serilerinde Olimpiyat ve Avrupa Şampiyonu olan Sümeyye Boyacı kızımızı, Portekiz’de yapılan Avrupa Judo Şampiyonası’nda 78 kiloda Avrupa Şampiyonu olan Kayra Sayit kızımızı yürekten tebrik ediyorum.

Afrika kökenli Kayra Sayit’in zaferinden sonra Bozkurt işaretiyle selam vermesini de ayrıca anlamlı ve değerli buluyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılı, sağlıklı ve esenlik içinde bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*