Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ: Ülkü Ocakları, Türk milletinin son siperidir

Cumhur İttifakı Millet Aklı

▶️ Milliyetçi-Ülkücü gençlik hem haktan yana, hem halktan taraf, hem de hakikatin yanındadır. Merhum Arif Nihat Asya’nın isabetle vurguladığı gibi, sizler büyük Türkiye’yi gerçekleştirecek olan Ülkücülersiniz.

▶️ Efendimizin şu buyruğu iman ve dava insanı için nimet gibi görülmesi gereken bir davranış ve deyiş kalıbıdır: “Allah’a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem, Ya Allah bu dini hakim kılar ya da ben bu yolda yok olur giderim.” Muhammedi ahlak işte budur. Milliyetçi-Ülkücü gençlik bu ahlakla yoğrulmuştur.

▶️ Davamız bir gönül hareketi, bir sevda hafızası, bir ecdad hatırasıdır. Bu davanın burcu olan Milliyetçi-Ülkücü gençlik ise, düşmeyecek kaledir, teslim olmayacak ahlak cephesidir.

▶️ Ülkü Ocaklarına haydut diyenler hayasızdır, yüz karasıdır, dönektir, devşirmedir, faşizmin ipte oynattıkları kuklalardır. Ben de diyorum ki, kahrolsun şer odakları, çok yaşasın Ülkü Ocakları. Ülkü Ocakları’ndan terörist değil, terörizmin can düşmanı çıkar. Ülkü Ocakları’nda haydut değil, haydutlara dünyayı dar edecek inanmışlar yetişir.

▶️ Ülkü Ocakları, Türk milletinin son siperi, son umudu, başka çare kalmadıysa patlayacak son kurşunudur. Milliyetçi-Ülkücü gençlik tam bağımsızlık yanlısıdır. Milliyetçi-Ülkücü gençlik Türk milletinin canlı sembolüdür.

▶️ Ülkü Ocakları Türk gençliğinin buluşma potası, toplanma alanıdır. Ülkücü nesiller, ülkesine de, ülkülerine de gözü gibi, canı gibi, yâri gibi bakmaya yeminlidir. Biliniz ki, sizlerle iftihar ediyorum.

▶️ Ülkü Ocaklarıyla övünüyor, Türk gençliğine güveniyorum.

Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, “Türk Gençliği Büyük Kurultayı’nda’’yapmış oldukları konuşma

Aziz Türk Gençliği,

Muhterem Ülküdaşlarım,

Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,

Medyamızın Saygın Temsilcileri,

Bu muhteşem tabloyu, dosta güven düşmana korku salan bu coşku ve heyecan dalgasını görmekten, bizatihi şahit olmaktan biliniz ki kıvanç duyuyor, iftihar ediyorum.

Yürekleri vatan, bakışları bayrak, duruşları mızrak, sevdaları berrak olan Türk gençliği nerede diye soranlara, işte buradalar diyorum, dimdik ayakta olduklarını haykırarak bildiriyorum.

Ülküsünde eriyen kavruk yüzlü yiğitler burada.

Geleceğin teminatı Türk gençliği tüm görkemiyle bu salonda.

Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından düzenlenen “Türk Gençliği Büyük Kurultayı” münasebetiyle her bir misafirimizi, her bir kardeşimizi özlemle selamlıyor, en içten hürmet ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Bu müstesna organizasyonda emeği geçen Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanı Sayın Ahmet Yiğit Yıldırım kardeşim başta olmak üzere, Ocağımızın tüm mensuplarını, tüm dava ve yol arkadaşlarımı ayrı ayrı tebrik ve teşekkür ediyorum.

Hepinizi kucaklıyorum, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.

Değerli Kardeşlerim,

Can vardır, candan ve canandan ileri; kan vardır, kardeşliğin ve kader birliğinin iradesi.

Şeyh Edebalı’nın dediği gibi, insanlar vardır, şafak vaktinde doğar; akşam ezanında ölürler.

İnsanlar vardır, insanlık abidesi, insanlığın ağarmış yüzleridir.

Yine Şeyh Edebalı damadı Osman Gaziye nasihat ederek diyor ki, “üç kişiye acı: Cahiller arasındaki alime, zenginken fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene.”

Devamında ise şu ibret verici sözlerini paylaşıyor:

“Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyetli değildir. Haklı olduğunda mücadeleden korkma. Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.”

Türk gençliği, canımızdan ileri, kardeşliğimizin ve kader birliğimizin irade gücüdür.

Milliyetçi-Ülkücü gençlik hem haktan yana, hem halktan taraf, hem de hakikatin yanındadır.

Yönü doğru olanın yükü ağırdır.

Eğri bacadan doğru duman çıkmayacaktır.

Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılamayacaktır.

Sizler istikbalin huzur ve güven veren müjdelerisiniz.

Sizler eğilmez başın, çökmez dizin, bükülmez bileğin, kırılmaz belin timsallerisiniz.

Merhum Necip Fazıl diyor ya, “bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…Zaman bendedir, mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik…”

İşte o gençlik sizlersiniz.

Akıp giden zaman nehrinde boş yere sürüklenmeyen, mekanın ruhuna ülkülerini anlatmaktan bir an olsun vazgeçmeyen iman erlerisiniz.

Merhum Arif Nihat Asya’nın isabetle vurguladığı gibi, sizler büyük Türkiye’yi gerçekleştirecek olan Ülkücülersiniz.

Güneş gibi parlak, bulut gibi bembeyazdır kalpleriniz.

Bilmezsiniz kötülük, bilmediniz yalan ne demek.

Bakınız ne kadar yürekten söylüyor, gençliği nasıl da tarif ediyordu Merhum Ömer Seyfettin:

Bir kahraman gördüm, gençti, güzeldi.

Atlamış maziden binlerce seddi,

Kır atıyla sanki canlı bir yeldi.

Sordum: “Nereye?” – “Ben giderim” dedi,

“Tarif olunamaz bir şana doğru…”

Geldiğiniz yer şandır, gideceğiniz yer şan ve şeref istikametidir.

Türk gençliğine de ancak bu yakışacaktır.

Merhum Ömer Seyfettin “Yeni Lisan” isimli makalesinin sonunda gençliğe şöyle seslenmişti:

“Ey Gençler, sizi bekleyen vazifeler pek ağırdır. Siz bütün dünyaca silinmek istenilen bir milleti kurtaracaksınız… Uyanınız, galebe için düşmanlarınızı tanımak lazımdır.”

Sadece düşmanı değil, kendimizi de tanıyıp bileceğiz.

Zira insanın kendisini tanıması irfandır, çevreyi tanıması ilimdir.

İlmi bilen aldanmaz, imanı bilen aldatmaz, kendini bilen aldatılamaz.

Milliyetçi-Ülkücü gençlik, ne aldanan, ne aldatan, ne de aldanandır.

Çünkü Ülkücü imanının hükmünü, vakarının ve varlık bilincinin haysiyeti yapmıştır.

Çünkü Ülkücü cehaletle savaşa, tembellikle mücadeleye, vatanı ve milleti için fedakârca çalışmaya kendini adayan yüksek vasıflı, yüce gönüllü insan demektir.

Bu adanma hali aşığın maşukuyla rabıtası gibidir.

Bilgi, görgü ve tecrübeyle vasat bulan şuur, sadece bu çağın değil, her çağın söylem ve eylem deposudur.

Şuurlu insan, kendini sürekli aşma kararlılığı, hayatın gerçekleriyle sürekli güncelleme kabiliyeti gösteren insandır.

Şuur varsa yılgınlık kaybolur.

Şuur varsa çılgınlık dizginlenir, taşkın heyecanlar frenlenir, denetimsiz ve kontrolsüz hevesler gemlenir.

Şuur, ufuk ve milli gurur sahibi Türk gençliği istikbalin mesajı, istiklalin meşalesidir.

Bu mesaj silinmeyecek, bu meşale sönmeyecektir.

Sizler Cumhuriyet’in yüzüncü yıl dönümünün kutup başlarısınız.

Henüz yazılmamış destanların parlak müelliflerisiniz.

Hayalleri gerçeğe dönüştürecek potansiyel güçsünüz.

Ülkülerimizin şafağında doğacak aydınlık vicdanı maşeri vicdanla buluşturacak, zalim hesapları buruşturup atacak, hain emelleri budaya budaya kökünü kazıyacak ümitsiniz, özlemsiniz, beklenen serdengeçtilersiniz.

Tarihin derinliklerinde altın çağlarımız vardır, önemli olan bu çağları gelecekte de inşa ve ihya etmektir.

Sert çizgili bölünmelerin önünü kesecek, birliğimize ve kardeşliğimize ölüm fermanı yazan alçakları önüne kattığı gibi kovalayacak, bu şer cephesinin uykularını kaçıracak kim var diye sorulduğunda; arkasına önüne, sağına soluna bakmadan biz varız diyen Türk gençliği bekamızın ve milli beraberliğimizin can damarıdır.

O damar ki, milli kudret ve kuvvetin meskenidir.

Aziz Atatürk’ün ifade ettiği üzere, “muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.”

Nitekim hiç kimse fıtrat değişir zannetmesin, bu kan yine o kandır.

Merhum vatan şairimiz Akif’in dediği gibi;

“Bir damar patlamasın sel götürür memleketi, yoksa göstermeye Rabbim o elim akıbeti.”

O elim akıbetin hasmı, karşı siperi, karşısında duran muazzam cesaret kaynağı Türk gençliğidir.

Yine Akif’in işaret ve ilan ettiği şu gerçek hepimiz için kutlu bir hedeftir:

“Yaşayan görecektir: Türkiye ve Türklük ölmeyecektir.”

Aziz milletimizin, mazlum toplumların, mağdur milyonların ezeli fecri yakında doğacaksa bunun mimarı milletim, vatanım, bayrağım, mukaddesatım, mukadderatım diyen Türk gençliğinden başkası değildir.

Nasıl bir gençlik? Tarihine, kültürüne, medeniyetine, öz değerlerine, inançlarına ve ruh yapısına sımsıkı bağlı erdemli, enerjik ve sorumluluk sahibi bir gençlik.

Nasıl bir gençlik? Şahsiyetli olmayı insan olmanın ön şartı gören bir gençlik.

Nasıl bir gençlik? Peşin hükümlerin tuzağından, önyargıların prangalarından kurtulmuş bir gençlik.

Nasıl bir gençlik? Vicdan ve irade bağımsızlığına hiçbir zaman ipotek koydurmamış bir gençlik.

Nasıl bir gençlik? Muhayyilesine kelepçe vurdurmayan, muvaffakiyette sınır tanımayan, mücadeleye geriden bakmayan, yaşadığı zamandan taşan, biteviye taşma iradesi taşıyan bir gençlik.

Nasıl bir gençlik? Haraba kul olmayan, hüsrana uğramayan, nefsine teslim olmayan, nesilleri ihmal etmeyen, hürriyete sırtını dönmeyen, muhannete muhtaçlık çekmeyen bir gençlik.

Nasıl bir gençlik? Atasını, anasını, babasını sayan; küçüklerini seven, çevresiyle barışık, çehresiyle ışık saçan, sözü bir özü bir adam gibi adam olan bir gençlik.

Nereye giden bir gençlik? Kızılelmaya, Turan ülküsüne, yükseldikçe yükselme kararlılığıyla İ’la-yi Kelimtullah’a giden bir gençlik.

Nereye giden bir gençlik? Hakk’a, halka, hakikate, hidayete koşar adım giden bir gençlik.

Nereden gelen bir gençlik? Ecdadının emanetlerini omuzlayarak fikriyle ve ülküleriyle ahlak, akıl ve adaletin sinesinden milli ve manevi değerlerle bezenmiş, bu suretle beş bin yıllık Türk tarihinden doğup gelen bir gençlik.

Hangi vasıtaları kullanan bir gençlik? Demokratik ve yasal vasıtalardan süzülüp milletinin imkan ve kaynaklarını kullanarak büyük hedeflere odaklanan bir gençlik.

Bu gençlikle aşılmaz engeller aşılır.

Bu gençlikle zulmetin perdeleri yırtılıp atılır.

Bu gençlikle zaferlerimizin ümit çeşmesi sonsuza kadar akar durur.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sevgili Bozkurtlar, Asenalar,

Dava insanı her türlü yokluğu ve zorluğu göze alarak yola çıkan, mücadelesine tarihsel boyut, kültür ve medeniyet boylamı katan, aynı şekilde sistem ve metodolojik derinlik kazandıran kişidir.

Dava insanı olmak, kalabalıklar arasında kaybolmak değil, gerekirse yalnızlığı göze alabilmektir.

Bu bir kaçış veya kopuş hali değildir.

Herkesin gittiği yol doğru yol olmayabilir.

Kendine güvenen, fikrine güvenen, ruh kökünden gücünü alan bir dava insanı, yeri gelirse, inandığı yolda tek başına kalabilmeyi, yine de ülkülerinden taviz vermemeyi bir hayat gerçeği olarak kabul etmelidir.

Efendimizin şu buyruğu iman ve dava insanı için nimet gibi görülmesi gereken bir davranış ve deyiş kalıbıdır:

“Allah’a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem, Ya Allah bu dini hakim kılar ya da ben bu yolda yok olur giderim.”

Muhammedi ahlak işte budur.

Milliyetçi-Ülkücü gençlik bu ahlakla yoğrulmuştur.

Bu gençlik ki, Kerbela’da Yezid ile kazanmaktansa, Hz.Hüseyin ile şehit olmaya talip bir gençliktir.

Firavunla bir olmaktansa, sonunu düşünmeden Hz.Musa’yla Kızıldeniz’e açılacak bir gençliktir.

Kürşat’ın kırk çerisiyle Çin Sarayı’na baskın yapan yiğitlerin ahfadı bugün burada, adeta kıyamdadır.

Davamız bir gönül hareketi, bir sevda hafızası, bir ecdad hatırasıdır.

Bu davanın burcu olan Milliyetçi-Ülkücü gençlik ise, düşmeyecek kaledir, teslim olmayacak ahlak cephesidir.

Tıpkı Ergenekon’dan çıkar gibi, tıpkı demir dağları eritir gibi, tıpkı aya doğru başını kaldıran bir Bozkurt gibi, tıpkı 400 çadırlık Türkmen obasından bir cihan imparatorluğunu çıkaran devasa kahramanlık gibi, Türk gençliği de yürüyecek, yürüdükçe zalimleri şaşkına çevirecektir.

Teröristler saklanacak ve sinecek yer arayacaktır.

Türk ve İslam düşmanlarını korku dağları saracaktır.

Dikkat ediniz, tüm gözler üzerinizdedir.

Tüm dikkatler size çevrilmiştir.

Temkinli olmalısınız, tedbirli olmalısınız, sağduyulu ve soğukkanlı harekete mecbursunuz.

Pusuya yatmışlar sizleri kolluyorlar.

Pencere aralığından size bakıyorlar.

Uyuyor musunuz, uyanık mısınız? Bunu analiz ediyorlar.

Rehavette misiniz, tetikte misiniz? Bunu araştırıyorlar.

Aciz misiniz, çevik misiniz? Bunu sorguluyorlar.

Sefahatte misiniz, seferde misiniz? Buna bakıyorlar.

Uçarı mısınız, ufuk sahibi misiniz? Bunu gözlüyorlar.

Dağınık mısınız, hazır mısınız? Bunu merak ediyorlar.

Cevap sizdedir, söz sizdedir, karar sizindir.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket her zaman hedefe konulmuştur.

Biliyorlar ki, bu cepheyi çiğnemeden vatanı teslim alamazlar.

Biliyorlar ki, bu davayı geçmeden Türkiye’yi geçemezler.

Çanakkale’de durduklarımız tekrar silaha sarılmıştır.

Milli Mücadele’de denize süpürdüklerimiz bir kez daha kıyılarımıza çıkmanın arayış ve amacındadır.

Son Ülkücü düştüğü yerde kanını toprakla karıştırmadıkça, son neferimiz son nefesinde bile tamam demedikçe, son namlu sükût etmedikçe yastığımız mezar taşı, yorganımız toprak, bu can bu bedene dar olsun ki, Türkiye’nin diz çöktüğünü hiç kimse göremeyecektir.

Boyun veririz, ama boyun eğmeyiz.

Hani bir söz vardır ya, bizim rahat edemediğimiz yerde hiç kimse istirahat edemez.

Varsayalım çakal sürüsü kurdu tuzağa düşürdü, fakat kurt tuzaktan nasıl kurtulacağını değil, bedelini nasıl ödeteceğini, bu tuzağın hesabını nasıl soracağını düşünür.

Kışı geçiririz geçirmesine, ama yediğimiz ayazı asla unutmayız, unutturmayız.

Milliyetçi-Ülkücü gençliğe iftira atanlar bilsinler ki, iftirayla olmadık, iftirayla da ölmeyiz.

Türk gençliğini çıkarları uğruna istismar yarışına girip ihanet şartlarını bir senaryo kapsamında yaygınlaştırmak için körpe dimağları kullanmaya heves edenler günahın ve zilletin pençesindedir.

Düşüncesi ne olursa olsun, siyasi ve ideolojik tercihi nasıl tezahür ederse etsin, kökeni ve doğduğu yer nereyi gösterirse göstersin, bu millet benim, bu vatan benim, bu bayrak benim diyen her kardeşimi kucaklıyor, pir-ü pak alınlarından öpüyorum.

Analarını, babalarını hürmetle de selamlıyorum.

Onların derdi okullarını bitirmek, bir meslek ve iş sahibi olmak, bir yuva kurmaktır.

Meşru her eleştirinin, samimi her sitem ve yakınmanın başımızın üstünde yeri vardır.

Kimseye gücenecek, gönül koyacak halimiz yoktur.

Hür ve bağımsız bir kafanın sorgulaması, hayata eleştirel bakması, beklentilerini demokratik ve yasal çerçevede dile getirmesi doğaldır, gençlerimiz için bu insani hak iki kere doğal görülmelidir.

Ancak biz gençliğimizi sokakta bulmadık, sokaklara teslim edemeyiz.

Onların akıllarını çelmek için geceli gündüzlü kara propaganda yapan terör örgütlerine, marjinal sol gruplara, merdiven altı yapılara, zilletin çukuruna düşmüş Türkiye muhalifi siyasilerin köhne ve kötürüm hesaplarına peşkeş çektirmeyiz.

Gençliğin sokağa düşmesi, geleceğimizin ayağa düşmesidir.

Gelecek ayağa düştü mü, yıkım ve yok oluş kapıya dayanmış demektir.

Türk gençliğinin zihni devamlı alarm halinde olmalıdır.

Fikirleri her an gelişmeye açık bulunmalıdır.

Günlük hayatın süratli değişimlerine intibak edecek esnekliğe, eyyamcılığa prim vermeyecek düzeye ulaşmalıdır.

Boğaziçi Üniversitesi Rektörü’nün otomobiline yarı çıplak çıkıp üzerinde tepinen mahlûkatın Türk gençliğine mensup olması imkânsızdır.

Üniversite kapılarında polise, öğretim üyelerine, üniversite yönetimine meydan okuyan, taş atan, ellerinde sopayla dolaşan, önüne gelene hakaretleri saydıran, kimi gördüyse sövüp sayan bir güruhun Türk gençliğini değil, hain planları temsil ettiği çok açıktır.

Bunlar ne öğrenci, ne de gençtir.

Bunlar Türkiye düşmanlarının üniversitelere sızdırmaya çalıştıkları nöbetçi ve niyeti karanlık taşeronlarıdır.

Bize hiç kimse haktan, hukuktan, adaletten, eğitim özgürlüğünden, ondan bundan bahsetmesin.

Biz kimin neye hizmet ettiğini, ederini, alçak emellerini gayet iyi biliyoruz.

Öğrencilerimizin haklı talepleri, meşru beklentileri, yurt, barınma ve günlük maişet kaygıları makul ve mantıklı ihtiyaçların seslendirilmesidir.

Türkiye Cumhuriyeti devleti temel insani istekleri karşılamakla mükelleftir, kaldı ki yapılan da budur.

Ancak yurt diyerek banklarda yatmak da neyin nesidir?

Üstelik bu reziller terör örgütü bağlantılıdır.

Bunlar genç veya öğrenci değil, ajan provokatörlerdir.

Gezi parkı olaylarında iç isyana kalkışan bunlardır.

6-8 Ekim olaylarında Türkiye’yi karıştırmak isteyen bunlardır.

Terör örgütlerinin hücre evlerinde kanlı eylem planları yapan bunlardır.

Duvarlara zulüm 1453’te başladı yazan soysuzlar bunlardır.

PKK’nın, DHKP-C’nin, MLKP’nin tasması boğazlarına geçen bunlardır.

Kopuklar, kaçaklar, çapulcular öğrenci falan değil, düpedüz şehir eşkıyasıdır.

Grup kürsüsüne CHP ve HDP iltisaklı kebapçıyı çıkarıp sözüm ona bize nazire yapan, HDP’li bölücü kebapçıların gönlünü almak, gözüne girmek için bir zamanlar methiyeler düzdüğü partisini taşlayan ekmeksizler, erdemsizler, haydi çıkın da bir eşkıyayı kürsülerde konuşturun.

Yetmez, ama evet diyorsanız, haydi irtibat halinde olduğunuz FETÖ’cülere, PKK’lılara da mikrofon verin.

Nasıl olsa öğrenci kisveli ajanlara göğsünüzü gere gere arka çıkıyorsunuz.

Hatta bir ara Ülkü Ocaklarına haydut diyecek kadar alçalabiliyor, acınacak hallere düşüyordunuz.

Gavurun kılıcını sallayıp haçlı beşiğinde sallanmak, terör örgütlerinin arka bahçesi, Türk düşmanlarının figüranı olmak hiç kimseyi İYİ, hiç kimseyi demokrat, hiç kimseyi de yerli ve milli yapmaz.

Yapsa yapsa işbirlikçi yapar, kötü yapar, melanetin seyisi yapar.

Öğrenci arayan CHP, İP, HDP ve diğerleri gelsinler de buraya baksınlar.

Türk gençliğinin asaletine tanık olmak isteyenler şu gıpta edilecek manzaraya dikkat etsinler, yürekleri yetiyorsa gelsinler de, çakmak çakmak parlayan, alnı temiz, ahlakı temiz, bahtı açık, gönlü geniş gençlerimizi görsünler.

Velakin yapamazlar, çünkü gözleri var görmez, kulakları var duymaz, dilleri var söyleyemez.

Nitekim kalpleri mühürlü, vicdanları esirdir.

Ülkü Ocaklarına haydut diyenler hayasızdır, yüz karasıdır, dönektir, devşirmedir, faşizmin ipte oynattıkları kuklalardır.

Bir de Ülkü Ocaklarına terör örgütü yaftası vurmaya, böylesi bir çamuru sıvamaya çalışanlar vardır ve sizler bunları yakından biliyorsunuz.

Geçtiğimiz Salı günkü grup toplantımızda demiştim ki, “9 Ekim 2021 Cumartesi günü, Türk Gençlik Kurultayı’na teşrif edecek kardeşlerim hep bir ağızdan elbet gerekli cevabı vakar ve asaletleriyle vereceklerdir.”

Öyle bir cevap veriyorsunuz ki, duruşunuzla ve coşkunuzla bütün şer odaklarını zangır zangır titretiyorsunuz.

Ben de diyorum ki, kahrolsun şer odakları, çok yaşasın Ülkü Ocakları.

Yaramız yok, gocunacak halimiz de yok.

ABD Temsilciler Meclisi, terörist görmek istiyorsa, teröristi tanımak ve bilmek merakındaysa Ülkü Ocakları’na değil, yeni dost ve müttefiki yanaşmalarına bakmalıdır.

Ülkü Ocakları’ndan terörist değil, terörizmin can düşmanı çıkar.

Ülkü Ocakları’nda haydut değil, haydutlara dünyayı dar edecek inanmışlar yetişir.

Almanya’dan ABD’ye kadar Ülkü Ocakları’yla kıyasıya uğraşanlar, küresel bir mesele haline getiren insanlık fukaraları duyun bu sesi, işitin bu salondan yükselen mesajı, açık açık söylüyorum, sizden korkan sizin gibi namert olsun.

Sizden kaçınan, sizden çekinen sizin gibi çürüyüp gitsin.

Davamızdan, hak bildiğimiz yoldan dönersek de gök girsin kızıl çıksın.

ABD eski Dışişleri Bakanlarından Kissinger’e ait olduğu ileri sürülen bir sözü bu vesileyle paylaşmak istiyorum: 

“Amerika olarak neden güçlüyüz biliyor musunuz? Biz aramızdaki vatan hainlerini öldürürüz. Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini ise kahramanlara dönüştürürüz.”

Hamd olsun, ABD Ülkü Ocaklarını kahraman görmüyor, bu şekilde değerlendirmiyor.

Onların kahramanı zillettir, PKK’dır, PYD’dir, YPG’dir, FETÖ’dür, DEAŞ’tir, terörizmin diğer eli kanlı örgütleridir.

Ülkü Ocakları aslen ve esasen kahramandır, bunu tescil etmeye mezun yegâne merci Türk milletidir, Türklüğün vicdanıdır, Türk-İslam ülküsünün ruh köküdür.

Milliyetçi-Ülkücü gençlik, bugün doğru sayılanın yarın yanlış çıktığı, bugün güzel görünenin yarın çirkin ilan edildiği bir dünyada, kendi varlığını sonsuz dalgalanmalardan kurtaracak değişmez değerlere, zamanlar üstü milli ve manevi servetlere sarılmak zorundadır.

İşin özünde sürdürülebilir bir muvaffakiyet için bu kaçınılmaz önemdedir.

Bizim için harici ve dahili bedhahların övgüsüyle yergisi aynı kırattadır.

Bizi seven, gönlünde ve yüreğinde taşıyan bir millet vardır, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan kardeşlerimiz vardır.

Kovboyun sevgisi tren soyuluncaya, posta arabası yağmalanıncaya kadardır.

Bizim de böyle bir ilgi ve sevgiye veya nefret ve öfkeye ne bir itibarımız ne de ciddiye alacak durumumuz söz konusudur.

Bizim kökümüz bu topraklardır.

Bizim yönümüz geleceğe doğrudur.

Doğduğumuz yer yatacağımız yerdir.

Millet ne diyorsa ona bakarız. Tarih neyi işaret ediyorsa onunla alakadar oluruz.

Ülkü Ocakları, Türk milletinin son siperi, son umudu, başka çare kalmadıysa patlayacak son kurşunudur.

Ülkü Ocakları feyiz almasını bilene mektep, dünyayı Türkçe okuyuşun, aleme nizam verme iddiasının menkıbesidir.

Şu hususu söylemekte bir an olsun tereddüt göstermem ki, sayılmayız parmak ile kırılmayız vurmakla ile.

Sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak.

Akla gelecek son ihtimal olsa da sözgelimi sussak, tarih susar mı? Vicdan susar mı? Hakikat susar mı? Coğrafya susar mı? Ruhi Kılıçkıran’dan Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na kadar devam edegelen şehitler kervanı susar mı?

Milliyetçi-Ülkücü gençlik tam bağımsızlık yanlısıdır.

Milliyetçi-Ülkücü gençlik Türk milletinin canlı sembolüdür.

İstisnasız hoşgörü ve demokrasinin yanındadır.

Bu demokrasi anlayışı refah ve özgürlük vasıtasıdır.

Türk-İslam medeniyetinin varisi, Türk tarihinin geçmiş ve gelecek davacısıdır.

Bizim meselemiz, bir dava ve vatan nöbetidir.

Bizim meselemiz, bir sevda ve hizmet sözleşmesidir.

Bizim emanetini üstlendiğimiz imrenilecek hazine, şehitlerin, gazilerin, alplerin, erenlerin, Allah dostlarının, millet aşıklarının nesilden nesile tıpkı bir çağlayan gibi akan, tıpkı bir bayrak gibi ulaşan muazzez hükmü ve hedefleridir.

Meselemiz büyüktür, mesuliyetimiz ağırdır.

Bugün Milliyetçi-Ülkücü Hareketi susturmak istiyorlar.

Türk milliyetçilerini bastırmak, melez bir hale getirmeyi amaçlıyorlar.

Bilhassa hatırlatırım ki, Türk milliyetçiliği Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtuluş hareketi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu harcıdır.

Ezilmiş, horlanmış, hakarete uğramış bir toplumu, yığıldığı yerden yeniden ayağa kaldıran direniş, düşünüş, yaşayış, hayatı yorumlayış ve sürekli ileriye yürüyüş dinamiğidir.

Gerçek kurtuluş tarihimizle, kendimizle, dedelerimizle barışmak, mazinin haşmetine yeni bir medeniyet halkasını eklemleyerek hasretini çektiğimiz devirleri yeniden diriltmektir.

Bu medeniyet halkası köksüz ve görgüsüz ellerde değil, diline, dinine, milliyetine, milletine, ülkülerine tutunmuş Türk gençliği sayesinde vasat ve vücut bulacaktır.

İşte bu gençlik elbette ve kesinlikle sizlersiniz.

Türk Gençliğinin Mümtaz Temsilcisi Olan Değerli Ülküdaşlarım,

Medeniyet dediğimiz şey müşterek bir emek mecmuudur.

İnsan varlığı ile onun çevresi arasındaki şuurlu ve karşılıklı tesirle anlam ve içerik kazanmaktadır.

Zaman durmadan değişirken, toplum da değişmektedir.

Bu değişime ayak uydurmak, tarihin gerisine düşmeden devamlı ön almak, gelişmelerin pasif bir ögesi olmadan aktif bir öznesi haline gelmek hepinize düşen bir sorumluluktur.

Ezberlerle, bildik şablonlarla, sloganlarla dünyanın yeni şartlarını anlamaya çalışmak boşuna bir gayrettir.

Merhum Hocamız Prof.Dr. Erol Güngör, sosyal değişme ile modernleşme arasında kopmaz bağı görmüş, bunu ifade etmişti.

Büyük düşünürümüz Ziya Gökalp, Osmanlı kültür mirasından haklı olarak derin bir şekilde etkilenmişti.

Bununla birlikte, batının göze çarpan bazı özelliklerini benimseyecek bir kanal açmak, buna mukabil devleti ayakta tutacak, milleti sağlam bir zemine oturtacak hasletleri de muhafaza edecek bir alan oluşturmayı hedeflemişti.

Merhum Güngör’e göre, milliyetçilik milli hakimiyet manasına geldiği için demokrasi onun vazgeçilmez bir parçasıdır.

Fikir ise daima açıklık, serbestlik ve genişlik isteyen bir şeydir.

Türk milletinin kültürü ve sosyal yapısı üzerine temellenmiş bir milliyetçilik anlayışını işlemeye çalışmıştır.

Bu temel üzerine açık görüşlü, zamanı kavramış, çağın eğilimlerini anlamış Türk gençliği bu coğrafyadaki milli varlığımızı şartlar ne kadar ağır olsa da müdafaa edecektir.

Türk milliyetçileri, laf değil iş üretmekle, geçmişle övünüp geleceği ihmal etmekten uzak durmakla; özellikle edebiyat, bilim, sanat, ticaret, siyaset gibi alanlarda sürekli ilerlemeyi, kendini yenilemeyi ve geliştirmeyi esas almalıdır.

Bu sürecin ana dinamiği, asıl itici ve ateşleyici dimağı hayata, hakikate ve hadiselere şuurla bakmak, bu bakıştan mülhem bir kavrayış yeteneği geliştirmekle mümkündür.

Merhum Erol Güngör’ün vurguladığı gibi, düşünce ile heyecanı ayırt etmek lazımdır.

Tarihin külü henüz soğumamıştır.

Tutunacağımız dal seçkinler, yabancı muhipleri, kimliksiz ve kişiliksiz mihraklar değil, büyük millet haznesidir.

Milliyetçiliğimizi geçmişimizin haşmetinden bugününün ortamına, hatta yarınların kucağına geliştirerek, sürekli yeni baştan yorumlayarak, ama kaynaktan kopmayarak taşımalıyız.

Bu sorumluluk öncelikle sizlerdedir.

Doğru okunmayan, ibret alınmayan tarih sürekli tekerrür edecektir.

Milliyetçiliğin manevi cephesi kadar maddi cephesi de geliştirilmeli, bu amaca kafa yorulmalıdır.

Merhum Ömer Seyfettin,Mektep Çocuklarında Türklük Mefkûresi” başlıklı makalesinde, çocukların nasıl Türk milliyetçisi olarak yetiştirileceklerini maddelerle ve teknik sayılabilecek ifadelerle anlatmış, Türk milletinin uyanmak, tutunmak ve parlamak için ihtiyaç duyduğu hamleleri sıralamıştı.

Bunlar, milli ve umumi bir Türk edebiyatı; Türklükte, musiki, resim, heykeltıraşlık ve tiyatro gibi güzel sanatlar; fen ve büyük sanatlar, ticaret ve ekonomi olarak ifade edilmişti.

Maddi cephe derken kast ettiğim işte bunlardır.

Türk milleti, Birinci Dünya Savaşı sonunda, her türlü modern silahlarla donanmış olan emperyalist ülkeler tarafından işgal edilip tarih sahnesinden silinmek istendiği en olumsuz şartlarda bile tam bağımsız ve bağlantısız hür bir devlet olarak var olma kararlılığını ve iradesini ortaya koymuş ve bunu başarmıştır.

Bu başarı o dönemin genç sayılabilecek kuşağının marifetidir.

Türk milleti sömürge olamaz, köle olamaz, esir alınamaz.

Emperyalizmin sömürü planları karşısında Türk milleti, milli birlik ve bütünlüğü sağlayabildiği her durumda saldırıları püskürtmüş, oyunları bozmuştur.

İnanıyorum ki, Türk gençliğinin uyanışıyla kalıcı başarının gerçek anlamı bulunacaktır.

Sizler var olduğunuz müddetçe, bacamızda baykuş öttürmeyeceğiz.

İhanetin borusunu çaldırmayacağız.

Yerimizi tavan arası görenlere fırsat vermeyeceğiz.

İmkansızı mümkün kılacak bir iradeyle geleceğin yol haritasını çizeceğiz.

Merhum Tarık Buğra, insanı anlamanın evvela kendini anlamak olduğunu söylemişti.

Küçük Ağa isimli romanında anlatılan İstanbullu Hoca ve Çolak Salih kendilerini anlayınca doğruyu bulmuşlardı.

Keramet, Kurbağa Duası ve Perili Köşk isimli eserlerinde hurafelerin insanların zihinlerini zapt etmesini; Külah ve Deve hikayelerinde softa tipleri; Hafiften Bir Seda, Tuhaf Bir Zulüm isimli eserlerinden taassubun toplumda ve insan hayatında yarattığı dramatik ve trajik sonuçları ele alan Ömer Seyfettin kendimizi tanımak ve tanıtmak için çaba sarfetmişti.

Merhum Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore’de işgal altındaki İstanbul’u konu almış; uyuşmuş ve kokuşmuş bir cemiyet içinde “İşgal kuvvetlerine” ve onlarla işbirliği yapan soysuzlara ayna tutmuştu.

Yaban romanında ise halkla ilgilenmediği ve halkı tanımaya çalışmadığı için Türk aydınını ilgisizlikle ve ihmalcilikle suçlamıştı.

Merhum Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu isimli romanında, dedikodunun dar çevrelerdeki etkisini, yozlaşmayı aktarmıştı.

Sizler munis, muhlis, muteber Türk gençliğisiniz.

Fitneye kapalı, dedikodulara karşı olmalısınız.

Birbirinizi severek daha güçlü olacaksınız.

Birbirinizin hakkını gözeterek, birbirinize kol kanat gererek daha da ilerleyeceksiniz.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Göz açıp kapayıncaya kadar zaman-mekan-insan ilişkileri değişime uğramaktadır.

4.0, 5.0 derken endüstri devrimleri adeta sıraya girmiştir.

Dijital, mobil ve sosyal medya, tüm dünyadaki insanlar için günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir.

Şu anda dünyada 7,8 milyar insandan 4,5 milyardan fazlası interneti kullanmaktadır.

Dünya üzerinde sosyal medya kullanıcılarının sayısı 4 milyarı aşmıştır.

Bir yıl öncesine göre 2021 yılında interneti kullananların oranı yüzde 7,3; sosyal medyayı kullananların oranı ise yüzde 13,2 artmıştır.

Türkiye nüfusunun yüzde 70,8’i sosyal medyanın dipsiz mecralarındadır.

Yine dünya genelinde, 2 milyar 740 bin kişi Facebook, 2 milyar 291 bin kişi Youtube, 2 milyar kişi Whatsapp, 1,2 milyar kişi Instagram, 500 milyon kişi de Twitter kullanıcısıdır.

İnsanlar internete günde ortalama 8 saat zaman ayırmakta, bu 8 saatin 3 saatinde de sosyal medya uygulamalarında bulunmaktadırlar.

Kazandırdığından daha fazlasını kaybettiren, doğru ve temiz kullanımdan ziyade karanlık operasyonları, yalan ve dedikoduyla pekişmiş haberleri servis ağına dönüşen sosyal medya platformlarının bu haliyle devamı geleceğimiz için ciddi risk ve tehditler içermektedir.

En başta Türk gençliğinin sosyal medyayı ve interneti doğru, dengeli, kıvamında ve bilgi amaçlı kullanımı sosyal barış ve toplumsal huzur açısından mühimdir.

Türk aile yapısı, bugün kitle haberleşme vasıtalarının saldırısına, çok cepheli tahribatına maruzdur.

Kuşkusuz buna karşı yasal tedbirler geliştirmek, sosyal dokumuzu, milli kültürümüzü ve öz değerlerimizi korumak zorundayız.

Bu alandaki muhtemel bir ihmalin bedeli de vahim olacaktır.

Sosyal medya biz duygusunu törpülerken, aynı evde birbirine yabancılaşan insanları da ortaya çıkarmıştır.

Karşımızdaki bu tehdit endişe verici düzeydedir.

İngiltere ve Japonya gibi ülkelerde Yalnızlık Bakanlığı kurulup insanların etkileşime geçmesi ve sosyalleşmesi için çeşitli aktivitelerin yapıldığı artık inkar edilemez bir gerçektir.

Bugün dünya üzerinde 15-24 yaş kuşağındaki genç sayısı 1,2 milyardır.

Sosyal medyanın ağırlıklı kullanımı bu yaş grubundadır.

Türkiye de genç nüfusun yüzde 28,6’sı 15-17; yüzde 19,8’i 18-19; yüzde 31,3’ü 20-22, yüzde 20,4’ü de 23-24 yaş grubundadır.

Ülkemizin gerçek gücü, mukavemet yüzü gençlerimizdir.

Onları her türlü çetrefilli ahlaki sorunlardan, sosyal medya batağından, tehlikeli akım ve örgütlerden korumak milli görevimizdir.

Dünyada yaklaşık 31 bin üniversite varken, bu sayı Türkiye’de 208’dir.

Dünyada çoğunluğu gençlerden oluşan ve mutlak yoksulluk sınırının altında yaşayan 750 milyon insan vardır ki, salgın döneminde bu sayı hem ülke bazında hem de dünya genelinde maalesef artış göstermiştir.

Tok gezip açlık edebiyatı yapanların gençlerimize oy gözüyle baktıkları malumumuzdur.

Ancak biz Türk gençliğine bakınca oy görmüyoruz, gelecek görüyoruz.

Sandık görmüyoruz, Türk milletinin güvencesini görüyoruz.

2023 yılı Haziran ayında ilk kez oy kullanacak yaklaşık 2,5 milyon kardeşimizin kararı ve tercihi ne olursa olsun, hepsinin taleplerinin, arzu ve hedeflerini gerçekleştirme mücadelelerinde sonuna kadar yanlarında olacağımızın sözünü veriyoruz.

Gözlerine kara perde inenler nasıl bakar bilemem, ama biz gençliğe bakınca x, y, z görmüyoruz, alayını evladımız, alayını kardeşimiz, alayını yılmaz ve yıkılmaz Türk gençliğinin saygın ve sahiplenilmesi gereken bir parçası değerlendiriyoruz.

Değerli Ülküdaşlarım,

Sevgili Gençler,

İnanmış bir dava insanı, çıraklığı olmayan bir ustalık beratına sahiptir.

Ülkücüyü, ülküsüyle buluşturup kaynaştıran, insana ve hayata eşlik eden bir fikir ve düşünce derinliğine kavuşturan engin ve ezeli davasıdır.

Tarihin bir döneminde,  “ben Türküm” diyen ilk kahraman ecdadımız davamızın köşe taşıdır.

Milliyetçi-Ülkücü gençlik duruşuyla, duygusuyla, durgunluğu yenen bıçkınlığıyla, imanlı kalbiyle, zekan fışkıran kafasıyla vardır, var olacaktır, buna da hiç kimse mani olamayacaktır.

Ülkü Ocakları Türk gençliğinin buluşma potası, toplanma alanıdır.

Ülkücü nesiller, ülkesine de, ülkülerine de gözü gibi, canı gibi, yâri gibi bakmaya yeminlidir.

Biliniz ki, sizlerle iftihar ediyorum.

Ülkü Ocaklarıyla övünüyor, Türk gençliğine güveniyorum.

Türklüğün bir fikir kalıbına dökülmesinde, Türkçülüğün bir eylem haline dönüşmesinde, Turan ülküsünün gönüllere düşmesinde emeği, göz nuru, alın teri bulunan büyük fikir ve ülkü adamlarımızı rahmetle anıyorum.

Devletimizin kurucusu Aziz Atatürk’ü, silah ve dava arkadaşlarını, muhterem ceddimizi, Başbuğumuz Alparslan Türkeş’i, dava şehitlerimizi, Ülkücü nesillerin yetişmesinde katkısı bulunan, fakat şu anda hayatta olmayan büyüklerimizi rahmetle, minnetle, özlemle yad ediyorum.

Davamızın onurunu yere düşürmeden temsil eden gazilerimizi, yusuf yüzlülerimizi, tüm dava arkadaşlarımızı, elbette itibarımız ve geleceğimizin teminatı büyük Türk gençliğini muhabbet ve hürmetle selamlıyorum.

Rabbim gördüklerimizden geri koymasın.

Rabbim Türk gençliğinin önünü açık etsin.

Rabbim Milliyetçi-Ülkücü gençliği mahcup ve mağlup ettirmesin.

Yolunuz, bahtınız, alnınız açık olsun.

Dedem Korkut’tan esinlenerek niyaz ederim ki, yerli kara dağlarınız yıkılmasın, gölgeli kaba ağacınız kesilmesin, taşkın akan güzel suyunuz kurumasın, Rabbim sizleri gem gözlerden, nazarlardan, belalardan, kötü niyetlerden her zaman esirgesin.

Uzaktan dertleşenlere, yurdu yaşatmak için can vermeye hazır olanlara selam ediyor, bağrıma basıyorum.

Var olun, sağ olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.

Ne Mutlu Türküm Diyene.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*