Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ: Benim sözüm Türk Ocakları’nın üç-beş yöneticisinedir. Nasıl böyle bir hatanın faili oldunuz? Bu gaflete nasıl kapıldınız?

Cumhur İttifakı Millet Aklı

Türk Ocakları’nın Kuruluşu’nun 110’uncu Yılında; İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları Sempozyumu’nda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın konuşmalarını dinleyince, hele hele devlete seri katil diyen bir müfterinin, bir suçlunun anılan sempozyumda olduğunu öğrenince bu duygu ve düşünceler kapladı ruhumu.

Halbuki Türk Ocakları göz nurumuzdu, bir nevi mektebimiz, mefkûremizdi.

İlk sevdamızdı, fikirlerimizin sistemleşip sadırdan satıra döküldüğü ülkü membaımızdı.

Türkçülüğün ilk sancağı Türk Ocağı’nda kaldırılmıştı.

1931’den 1949 yılına kadar kapalı olduğu 18 yıllık bir dönemi kenara koyarsak, fiilen kurulduğu 3 Temmuz 1911’den, resmen kurulduğu 25 Mart 1912’den itibaren Türk’ün, Türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin beşiğiydi.

12 Eylül 1980 darbesini müteakiben talimatla açılan “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davasının iddianamesi, MHP ve ülkücü kuruluşları “1912’de Türk Ocakları’nın kuruluşuyla faaliyete geçen bir suç örgütü” olarak şerefsizce yaftalamıştı.

Sadece 583 dava insanımızı değil, bir fikrin ve onun tarihinin de mahkum olması için cuntacılardan emir alan hukuk katliamcısı Nurettin Soyer eliyle bir tezgah kurulmuştu.

Şimdi herkes elini vicdanına koyup düşünsün, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Türk Ocakları’nın Kuruluşu’nun 110’uncu Yılında; İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları Sempozyumu’nda” ne işi vardır?

Biz bu hazin manzarayı nasıl okuyalım? Neye yoralım? Nasıl yorumlayalım?

Davet ede ede, hem de böylesi bir dönemde Kılıçdaroğlu mu davet edilmiştir?

Benim sözüm Türk Ocakları’nın üç-beş yöneticisinedir.

Ya bunu nasıl yaptınız? Nasıl böyle bir hatanın faili oldunuz? Bu gaflete nasıl kapıldınız?

Kılıçdaroğlu’nun “din halkın afyonudur” diyen, üstelik İslam dünyasıyla ilgili bir sempozyumda, Karl Marx’tan alıntı yaparak salonda hazır bulunanlara hitap etmesine nasıl katlandınız?

O salondan mesela Ziya Gökalp, mesela Erol Güngör, mesela Mehmet Eröz’ün yerine Marx’ın görüşlerinin kamuoyuna yansımasını içinize nasıl sindirdiniz? Bunu nasıl hazmedebildiniz?

Ben çok üzüldüm, dalıp dalıp uzaklara gittim, acaba Türk Ocakları yönetimi hiç mi rahatsız olmadı? Hiç mi vicdan azabı çekmedi?

Türk milletinin kurşun gibi ağır günlerden geçtiği bir dönemde bu Türk Ocakları ne yapar, ne arar, neyle meşgul olur?

Ebussuud Efendi’nin cevabını bir kez daha haykırıyorum:

Yarın Hakk’ın divanına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca.

Bizim asıl Ocağımız, teslim olmuş bir Ocak değildir. Adı ve unvanı da tertemiz ülkü erlerinin inancıyla, şehit ve gazilerimizin kahramanlığıyla bayraklaşan Ülkü Ocakları’dır.

Kaynağını Türk-İslam Ülküsünde bulmuş Türk milliyetçiliği bizim damarlarımızda dolaşan kanımız, dünyaya Türkçe bakışımızın fikir namusudur.

Türk Ocakları 110 yıl evvel millet zillete düşmesin diye kurulmuştu, ama 110 yıl sonra zillete ev sahipliği yaparak geçmişine kalın bir sünger çekmiş, bizim de ciğerimizi dağlamıştır.

Çok söze gerek yoktur, Türk Ocakları’nın vaki açmazını en iyi değerlendirip sorgulayacak olanlar bu Ocağın samimi ve sağduyulu mensuplarıdır. Bu da onlar için bir tarih ve millet vazifesidir.

Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 28 Haziran 2022

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımız münasebetiyle sizlerle paylaşmayı düşündüğüm değerlendirmelere geçmeden önce yüksek heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında, televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyor, hepsini birden hasretle, muhabbetle kucaklıyorum.

Bugün sabah saatlerinde Yeşilçam’ın duayeni, Türk sinemasının usta siması, Türk tarihini sevdiren filmlerin unutulmaz ismi Cüneyt Arkın’ın vefat etmesinden büyük bir üzüntü duydum.

Merhum Arkın yüzlerce filme imza atarak milletimizin kalbinde taht kurmuştu.

Türk sinemasına seviyeli bir yorum getiren, hayatı boyunca çizgisini hiç değiştirmeyen, duruşuyla ve ahlaki vasfıyla her kesimde hayranlık uyandıran Cüneyt Arkın elbette şahsiyetiyle, sanatçı kimliğiyle, milli şuuruyla ve hayat verdiği karakterleriyle her zaman hatırlanacaktır.

Ebediyete irtihal eden Cüneyt Arkın’a Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor; ailesine, sevenlerine, sinema camiasına ve aziz milletimize sabırlar ve başsağlığı diliyorum.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun diyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çalışmanın önemine altı çizilmesi gereken şu sözlerle vurgu yapmıştı:

“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdur.”

Biz ne haysiyetimizi, ne hürriyetimizi, ne de istiklal ve istikbalimizi Allah’ın izniyle kaybetmeyeceğiz.

Bu itibarla nefes alır gibi çalışacağız.

Hz.Ömer’in buyurduğu gibi, çalışmak en hayırlı sermayedir.

İki günümüz birbirine eşit olmayacak, attığımız bir adım diğerini takip edecektir.

Hz.Mevlana’nın dediği üzere, biz günün adamı değil hakikatin adamı olmak için çalışacağız.

Çünkü gün değişse de hakikatin değişmeyeceğini hiç aklımızdan çıkarmayacağız.

Yerinde saymak demek, aslında geriye gitmek demektir.

Hep ilerleyeceğiz, daima ileri gideceğiz.

Ne güzel de söylemiş Merhum Necip Fazıl Kısakürek: “Devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak gerekmektedir.”

Şu husustan en küçük şüphemiz yoktur ki, en büyük makam, en büyük hak çalışanlara aittir.

Sürekli arayacağız, Cenap Şehabettin’in dediği gibi, bugün altın ararken bakır buluyorsak, yarın bakır ararken altına ulaşacağız.

Karşımıza çıkan okyanusu sadece bakarak geçemeyiz.

Engelleri atıl vaziyette seyrederek aşamayız.

Zorlukları boş bahanelere sığınarak yenemeyiz.

Sorumluluk alacağız, inisiyatif üstleneceğiz, hayata ve hadiselere şuurla bakacağız, hamle üstünlüğünü devamlı elimizde tutacağız, bunları yaparken hiçbir zaman umutsuzluğun pençesine düşmeyeceğiz.

Biliyoruz ki, işleyen demire pas yapışmaz, akan suya yosun tutunmaz, emek olmadan yemek hiç olamaz.

Yazın gölge hoş ise kışın çuval boştur.

Yazın başı pişenin kışın da aşı pişecektir.

Ahi Evran demiş ki: “Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir. Akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir.

Hacı Bektaşi Veli’nin işaret ettiği gibi, insanoğlu için en kutsal ibadet çalışmak, doğruluk ve insan sevgisidir.

Milliyetçi Hareket Partisi işte bu anlayış ve arayış çerçevesinde adım adım 2023’ün kemer taşlarını döşemektedir.

“Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım” diyen Bilge Kağan’ın özü özümüz, sözü sözümüz, duruşu duruşumuz, mücadele mirası yol haritamızdır.

Bugünün işini yarına bırakmadan çalışıyoruz, üretiyoruz, günbegün büyüyoruz.

Geceyi gündüzle buluşturup, inancımızı irademizle birleştirip çalışmanın erdemiyle yoğruluyoruz.

“Adım Adım 2023; İlçe İlçe Anlatma ve Aydınlatma” temasıyla yürüttüğümüz, seferberlik ruhuyla ifa ve icra ettiğimiz çalışmalar kapsamında, 18 Şubat 2022 tarihinden bugüne kadar 589 ilçemizi ziyaret ederek Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın mesajlarını taşıdık.

Vatandaşlarımızla görüştük, muhtarlarımızla konuştuk, sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcileriyle dertleştik, esnaflarımızla sözleştik, emeklerimizle, işçilerimizle, çiftçilerimizle gelecek hedeflerimizi paylaştık.

Hamd olsun Cumhur İttifakı’na duyulan muazzam güvene şahit olduk.

Hamd olsun Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelen, gün geçtikçe de büyüyen millet iradesini görmekten ziyadesiyle memnuniyet yaşadık.

Zafer, zafer benim diyebilenlerin mükâfatıdır.

Başarı, başarmaya inanmış yüreklerin mührüdür.

Allah sütü verir, ama sütlacı yapacak bizleriz.

Allah cevizi verir, ama kırıp içini çıkartacak da bizleriz.

Hem farenin şerrini def edeceğiz, hem de buğday ambarımızı doldurmanın gayretinde olacağız.

Cumhur, 2023’te bizatihi varlığına sahip çıkacak, geleceğine sahip çıkacak, hakkına sahip çıkacak, hukukuna sahip çıkacak, tarihine sahip çıkacak, onuruna sahip çıkacak, sinesinden doğup diriliş ve yükseliş ümidi olan ittifakını sonuna kadar destekleyecektir.

Cumhur İttifakı’nın önü açıktır, zillet ittifakının siyasi ömrüyle birlikte önü de kapalıdır.

Cumhur İttifakı’nın iktidar yürüyüşünü durdurmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Zillet ittifakının sabıkalı ve sivri ortakları fazla heyecan yapmasınlar, boş hayallere kapılmasınlar, zira havlu atıp nal toplayacakları, mağlup ve mahcup hale düşecekleri günler yakındır, eğer seçim 18 Haziran 2023’te yapılırsa bugünden itibaren de 356 gün kalmıştır.

24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimlerinin üzerinden geçen yaklaşık 4 yıllık zaman dilimi, kimin millet ve vatan sevdalısı, kimin işbirlikçi ve Türkiye karşıtı olduğunu iyice tescillemiştir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın hiçbir sisli ve şüphe çeken yanı olmayan mutlak adaylığı üzerinde ya tutarsa diyerek polemik yapan, tezvirat üreten, nifak yayan zillet faillerine diyorum ki, yenilen pehlivan güreşe doymazmış, ama sizi doyuracağız; inanıyorum ki, minderden kaçmaya fırsat bile bulamayacaksınız.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığı meşrudur, yasal ve anayasaldır.

Hevesler beyhude, çabalar boşunadır.

2023’de Sayın Cumhurbaşkanımız tekrardan ve yeniden, hatta çok güçlü bir şekilde Cumhurbaşkanı seçilecektir.

Türkiye’nin geleceğini Cumhur İttifakı inşa edecektir.

Göz az görürse, kulak az duyarsa, akıl ve zeka kıtlığı ileri düzeyde yaşanırsa bundan mütevellit hayal dünyasının müdavimleri uzun bir süredir çakılı kaldıkları hezeyan nöbetlerinden bir türlü çıkamayacaklardır.

Saadet Partisi’nin Genel Başkanı, 2023 seçimlerine ilişkin olarak, “Yüzde 100 kazanırız diyemem, ama yüzde 99,99 kazanırız” açıklamasını yapmış.

Şu temelsiz ve insanın yüzünü kızartacak ucube kehanete güler misiniz, ağlar mısınız, yoksa sağlık veya hidayet mi dilersiniz.

Yine de biz Sayın Karamollaoğlu’na hayal dünyasında mutluluklar diliyor, Allah’tan da kendisine ve diğer zillet ortaklarına basiret ve izan temenni ediyoruz.

Irak ve Suriye tezkerelerine hayır diyerek terörle mücadeleye hayır diyenleri, Libya tezkeresine hayır diyerek Mavi Vatana hayır diyenleri acıklı bir son beklemektedir.

Hiç durmayacağız, hiç yavaşlamayacağız, hayal tacirlerini, haysiyet cellatlarını, fitne tezgâhlarını, Türkiye muhaliflerini birer birer bertaraf ederek Cumhur İttifakı’nın kutlu zaferine Allah’ın inayetiyle ulaşacağız.

Bu yolda eşsiz mücadeleleriyle göz dolduran siz değerli milletvekillerimize, tüm dava arkadaşlarıma, teşkilatlarımızın cefakâr ve fedakâr mensuplarına teşekkür ve takdirlerimle birlikte şükranlarımı sunuyorum.

Vakit imanla, heyecanla ve şevkle mücadele vaktidir.

Vakit hedefimize kilitlenme vaktidir.

Vakit gönüllere girme, gönüllerde kucaklaşma vaktidir.

Hiç kimse merak etmesin, istikbalin kudreti, tıpkı mazide olduğu gibi yine büyük Türk milleti olacaktır.

Nereye gittiğini bilen bir yelkenin hızını kesecek bir rüzgar yoktur.

Biz nereye gittiğimizi, nereye gideceğimizi, gidince ne yapacağımızı adımız gibi bilenlerdeniz.

Biz pırıl pırıl parlayan bir geleceğin peşinden koşanlardanız.

Biz nefsine teslim olup zillete düşenlerle değil, Türkiye sevdasıyla yanıp tutuşan adam gibi adam olanlarla yürüyoruz.

Merhum Vatan Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şu dizelerinden ibret alıyoruz ve herkesin almasını da tavsiye ediyoruz:

Nasihatim sana: Herzeyle iştigali bırak;

Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak.

Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez;

Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.

Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;

Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.

Muhterem Milletvekilleri,

Doğal felaketlerle mücadele aynı anda zamana ve çok zor şartlara karşı yapılan insanüstü bir mücadeledir.

Son yıllarda iklim değişikliği başta olmak üzere, farklı sebeplerden ortaya çıkan doğal afetler, aşırı yağışlar, bundan kaynaklanan sel ve su taşkınları elbette hayatın olağan akışını menfur ve müessif ölçülerde etkilemektedir.

Dün Bartın, Karabük, Sinop ve Kastamonu’da görülen sağanak yağışlar üzücü gelişmelere yol açmıştır.

AFAD ile Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından kırmızı kod uyarısı yapılan Kastamonu’da çay ve dereler taşmış, İnebolu’da köprüler yıkılmış, dere kenarındaki dükkânlar kapalı tutulmuştur.

Bu münasebetle söz konusu illerimizde yaşayan bütün vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyor, yaraların süratle sarılarak zararların karşılanacağına inanıyorum.

Doğal afetin kadrine uğrayan her insanımızın yanında olduğumuzun bilinmesini istiyorum.

Bir diğer konu da orman yangınlarıdır.

Özellikle söylemek isterim ki, ormanlarımız milli servetimizdir.

Bu serveti korumak her vatan evladının ihmal edemeyeceği bir görevidir.

Ormanlarımızla ilgili pek çok atasözü vardır ve milli hafızada kayıtlıdır.

Yaş kesenin baş keseceği, beşikten mezara kadar ağaca muhtaçlığımız, ağaçsız memleketin duvaksız geline benzeyeceği hep söylenegelmiştir.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde orman zenginliğimizi anlatarak, Anadolu’nun bir ucundan diğer ucuna kadar neredeyse güneş görülmediğini yazmıştı.

Bu tespiti destekleyen bir başka yaygın rivayete göre de, bir sincap İzmir’de ağaca çıksa hiç yere inmeden Van’a kadar gitmesi mümkünmüş.

Ormanlar hem gücümüz hem de süsümüzdür.

Denizlerin en mavisi bizdedir.

Çiçeklerin en solmazı bizimdir.

Toprakların en bereketlisi bizim emanetimizdedir.

Ancak yeşile düşman kesilenler, ormana tahammülsüz olanlar dönem dönem sadece ağaçlarımızı değil canımızı da yakmaktadır.

Ormanlar, coğrafyanın akciğeri, börtünün, böceğin, diğer pek çok canlının yuvasıdır.

Ormana kast edenler vatana kast etmişlerdir.

Ormanlarımızı ateşe verenler ihanetle, rezaletle ve cinayetle bile izah edilemeyecek bir kötülüğün faili olmuşlardır.

Büyük Hünkarımız Fatih Sultan Mehmet Han, bu söylediklerimden mülhem, “ormanda dal kesenin başını keserim” diyerek meselenin hayatiyetini ifade etmişti.

Geçen hafta Marmaris’te 4 bin 500 hektarlık ormanlık alan çıkan yangından zarar görmüştür.

Elbette çok üzüldük, bir başka anlatımla kahrolduk.

Yeşile, doğaya, ormana, orman canlılarına, orman köylülerine ve Türkiye’mizin doğal varlığına bahanesi ne olursa olsun sabotaj veya saldırı içinde olanlara her cihetten en ağır cezayı vermek milletimizin haklı bir beklentisidir.

Ağaçlarımızı yakanların hayat ışığını söndürmek boynumuzun borcudur.

Böylesi bir caniliğin, böylesi bir canavarlığın, bu tip bir vandallığın olağan karşılanması, sıradan görülmesi akla da, ahlaka da, adalete de, insanlık değerlerine de bütünüyle aykırıdır.

Marmaris’te yüreklere ateş düşüren sapık utanmadan, sıkılmadan, vicdanı sızlamadan “aileme kızdım ormanı yaktım” açıklamasını yapmıştır.

Şu cürete, şu şerefsizliğe, şu küstahlığa, şu zehirli sözlere bakar mısınız?

Her canı sıkılan bir yeri yakarsa, her kafası bozulan ülkemize vahim bir zarar verirse milli varlığımızı nasıl koruyacağız?

Bu vatan ve millet düşmanına, sorarım sizlere, hangi cezayı verirsek yüreğimiz soğuyacaktır?

28 Temmuz-2 Ağustos 2021 tarihleri arasında 119 eşzamanlı yangın çıkmıştı.

Günlerce yüreklerimiz ağzımızda korkunç sahnelere maruz kalmıştık.

Ateşin çocukları isimli PKK’lı teröristlerin sabotajları, ajan provokatörlerin kapalı devre eylemleri, ilaveten ihmaller zinciri, tedbirsizlik ve dikkatsizlikler birbirine eklemlenerek binlerce hektarlık orman alanımız cayır cayır yanmıştı.

Hainler ormanlarımızı ateşe vererek hıyanetlerini kusmuşlardı.

Ne var ki ağaçlarımız yansa da, çok şükür dikilecek fidanlarımız vardır ve yanmış doğal örtüyü tekrar yeşillendirmek bizim namus konumuzdur.

Ormana düşmanlık iblise hizmetkarlıktır.

İmanla çarpan kalpler; insan, doğa ve hayvan sevgisiyle birleşen tertemiz gönüller iblisin ateşle saldırısını her zeminde karşılamaya muktedirdir.

Anayasanın 169’ncu maddesinde, ormanların korunması ve geliştirilmesiyle ilgili amir hükümler yer almaktadır.

Bu madde mucibince, yanan ormanların yerinde yeni ormanların yetiştirileceği, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılığın yapılamayacağı, bütün ormanların gözetiminin de devlette olduğu ortadadır.

Hiç kuşkusuz ormanlara zarar verecek hiçbir teşebbüse izin verilemeyecektir.

Ayrıca ve daha önemlisi, mezkur Anayasa hükmü gereğince, ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçların özel veya genel af kapsamına alınmayacağı da çok net bir şekilde kural altına alınmıştır.

Orman yakanlarla mücadele etmek amacıyla idam cezası tartışmalarını çok yararlı gördüğümü, şayet bu cezanın tekraren hukuk mevzuatımıza girmesiyle ilgili bir kanun teklifi gelirse de seve seve destek olacağımızı açık seçik beyan ve ifade ediyorum.

Bununla da kalmayıp, tasavvurdaki idam cezasının kadın cinayetlerini, tecavüz ve terör suçlarını da kapsayacak bir genişlik ve esneklik içinde olmasını hassaten bekliyor ve ümit ediyorum.

Bu çerçevede üzerimize ne düşüyorsa yerine getirmeye de hazır olduğumuzu açıklıyorum.

Cezalardaki caydırıcılık vasfını kuvvetlendirmemiz lazımdır.

Eline çakmak alıp ormanları yakan su katılmamış barbarlara ya da eli ve vicdanı kanlı hainlere hareketsiz ve sessiz kalamayız.

Eğer kalırsak yarın Ruzi Mahşer’de ecdadımızın ve şehitlerimizin yüzüne bakamayız.

Bunun gereğini yapamazsak, 10 yaşındaki yavrusunun gözleri önünde katledilen merhume Emine Bulut’a, katilinin haksız tahrik indirimiyle adeta taltif edildiği merhume Pınar Gültekin’e, PKK’lı teröristler tarafından şehit edilen 26 yaşındaki Nurcan Karakaya ile 11 aylık bebeği Bedirhan Mustafa’ya, beşikte kurşunlanmış yavrulara ilahi hesap günü gelip çattığında ne diyeceğiz? Hangi bahaneleri ileri sürebileceğiz?

Hz.Mevlana’nın aynen dediği gibi; “Ağaca su vermek adalet, dikene su vermek zulümdür. Adalet bir nimeti yerine koymak, zulüm ise yerinden söküp almaktır.”

Kuşların aç kalmaması için dağlarına buğday, ev önlerine ekmek kırıntıları serpilen, susuzluk çekmemeleri için de pencere pervazlarına su koyulan, yani her canlının hakkını gözeten Türk-İslam medeniyetinin en önemli değeri adalettir, hakkın ve haklının müdafaasıdır.

Ancak CHP’nin bu adalet kavrayışından haberi yoktur.

Zillet ittifakının diğer ortaklarının gerçek bir adalet ve demokrasiyle bağı hiç yoktur.

Çünkü bunların kalpleri taşlaşmış, vicdanları buzlanmıştır.

Marmaris’te çıkan orman yangını süresince zillet ittifakının nerede durduğu, kör kütük bir şekilde istismar çukuruna nasıl gömüldüğü bir kez daha teyit edilmiştir.

Devlet bütün imkanlarını seferber etmişken, mesela Kılıçdaroğlu da husumet seferine çıkmıştır.

Kılıçdaroğlu nerede bu uçaklar, nerede bu helikopterler dediği anda, tepesinde hava araçları uçuşuyor, yanındaki partilileri de başlarını yukarı kaldırarak yangınla mücadele eden helikopterleri izliyorlardı.

Tarım ve Orman Bakanımızın kamuoyunu doğru ve şeffaf bilgilendirerek yalana direnmesi ve sergilediği mücadele dirayeti, İçişleri Bakanımızın afet alanındaki müessir çalışmaları bize göre takdire şayandır.

15 uçak, 46 helikopter havadan bin 69 saat boyunca, 12 bin 400 ton suyu, 4 bin 48 sorti yapmak suretiyle alevlerin içine boşaltırken, Kılıçdaroğlu durduğu yerde ateşleniyor, kızarıyor, terliyor, adeta niye daha fazla yangın çıkmıyor diye hayıflanıyordu.

Bin 204’ü orman işçisi olmak üzere toplamda 4 bin 587 kişilik görevli ekibimiz ateşe meydan okuyup can pahasına yangınla mücadele ederken Kılıçdaroğlu dedikodunun, iftiranın, provokasyonun mayasını çalıyordu.

Sayın Kılıçdaroğlu, yine çamura yattın, yine sınıfta kaldın, yine su kaynattın.

Felaketlerden siyasi rant devşirme gayesi faziletsiz, mensubiyetsiz ve terbiyesiz bir siyaset kirliliğidir.

Zillet ittifakının yakasına bu kir yapışmıştır.

Marmaris Bördübet’te yanan ormanlara, şiddetli rüzgar ve sarp arazi şartlarına rağmen, havadan ve karadan çok etkili müdahale yapılıyorken, Marmaris-Datça karayolunda açıklamalarda bulunan Kılıçdaroğlu siyasi hesap çetelesi tutuyor, yangından parsa toplamak için pusuda bekliyordu.

Kılıçdaroğlu, dil sürçmesinden midir, yoksa bildiği veya haberini aldığı karanlık bir malumattan dolayı mıdır bilinmez, “orman yangını olacağını herkes biliyordu” diyerek itirafta bulunmuş.

Sayın Kılıçdaroğlu orman yangının çıkacağını nereden biliyorsun? Kim sana kripto mesajlar gönderiyor? Kimlerle düşüp kalkıyorsun? Bu sorulara cevap vermek durumundasın.

Eğer yangın ihbarını alıp da ilgili ve yetkili kurumlara iletmediysen suçlusun.

Yok ilettim diyorsan bu durumu da ispata mecbursun.

Türkiye orman yangınına mahkum kalmışken, hükümeti kast ederek “milletin başına bela oldular, bir an önce gitsinler” diyen Kılıçdaroğlu, öfkesinin kurbanı, çıkarcılığının ve muhterisliğinin esiri olmuştur.

Sayın Kılıçdaroğlu, bilmelisin ki, sana demokrat demek, sana adil demek, sana milletini ve vatanını seviyor demek hakikate en ağır bühtandır.

Varsın Türkiye yanarsa yansın, yeter ki Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakının siyasi istismar çarkı dönsün dursun.

Varsın Türkiye dört bir taraftan kuşatılırsa kuşatılsın, ne gam ne tasa, yeter ki Kılıçdaroğlu ve taifesinin yalanları sürekli tedavülde tutulsun.

Fakat Türk milleti zemzem diye sunulan zehri asla içmeyecek, zilletin zelil olması için altın ve demokratik vuruşunu 2023 yılının Haziran ayında yapacaktır.

Zillet ittifakı unutmasın ki, yanlış hesap Bağdat’tan değil, tadattan, yani sayımdan döner, sayım zamanı da sandık zamanıdır, hesap zamanıdır, maskelerin düşeceği tarih anıdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Genel kabul gören bir anlayış bağlamında savaşı, devlet ya da devletlerin kendi iradesini kabul ettirmek amacıyla uyguladıkları şiddet olarak tanımlamak mümkündür.

Tarihin son beş asırlık gelişim ve ilerleyiş kulvarına baktığımızda, dominant güçlü devletlerle yükselen devletler arasında ya gerilimli bir süreci ya da bu gerilimin silahlı mücadeleye dönüştüğünü görmemiz imkan dahilindedir.

Bir film şeridi gibi geçmişe uzandığımızda maalesef dünya çapında uzun barış ve refah dönemine çok nadir şekilde tesadüf edildiği de çarpıcı bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.

Ahlaki temelden kopuk hegemonya mücadeleleri ne insanlık değerlerine takılmış, ne hoşgörü ve merhamet tanımış, ne de adalet ve hukuk ilkelerine riayet etmiştir.

Güçlü olanın haklı, haklı olanın güçsüz olduğu bir dünya düzeninin sunduğu veya sunacağı tek şeyin derin ve dipsiz bir huzursuzluk hali olduğu son derece açıktır.

Küresel ve bölgesel sistemde etkinlik ve manevra alanlarını genişletme arayışı içinde olan ülkelerin nispeten edilgen ve zayıf ülkelerle kurduğu ilişkiler genelde adaletsizlik ve baskı üzerine bina edilmiştir.

Bu tek yanlı ilişki hali adil ve demokratik değil ilkel ve dayatmacıdır.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın bir yanda askeri mahiyeti varken, diğer yanda siyasi ve ekonomik muhtevasının yer aldığı, hattı zatında daha da öne çıktığı kuşkusuzdur.

Bizim arzumuz, sönmeyecek umudumuz Rusya ile Ukrayna arasında kalıcı çözümün vasat bulması, barış havasının egemen olmasıdır.

Görüldüğü kadarıyla, ittifaklar konsolide edilirken, tehditlerin psikolojik harekat boyu da serpilmektedir.

Uluslararası sistem çok ciddi şekilde kamplaşmış, husumetler farklı kanallardan artan şiddette kamçılanmıştır.

ABD, Çin’e karşı Vietnam ve Tayland ile birlikte Filipinler ve Hindistan gibi ülkeleri siperine çekerek Asya-Pasifik’te mevzi tahkimi yapmaktadır.

Çin ise Rusya ile dayanışma mesajı verirken, aynı anda Tayvan’a elçilik açan Litvanya’ya ağır yaptırımlar uygulamaktadır.

Eşzamanlı olarak dünya coğrafyasının farklı bölgelerinde çatışma ve kutuplaşmalar sertleşmekte, barışçıl arayışlar ölüme terk edilmektedir.

Mesela Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege’deki pozisyonunu güçlendirmek amacıyla, Rusya’nın tecrit edilmişliğini Türkiye’yi de içine alacak derecede yayma çabasındadır.

Venizelos’un bir asır önceki tarihi yanlışına bu kez de Miçotakis düşmüştür.

Bu ne ahlaka sığan, ne de komşuluk ruhuna uyan bir davranıştır.

23-24 Haziran 2022 tarihlerinde Brüksel’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde kabul edilen kararların sübjektif ve önyargılı ithamları içeriğine alarak Yunan emellerine hizmet edecek kıvama taşınması ayıplı ve utanç duyulacak bir çarpıtmadır.

Bizim de kabulümüz mümkün değildir.

Ukrayna ve Moldova’ya aday ülke statüsü tanınırken, Gürcistan’a AB üyeliği perspektifi verilirken, Türkiye’nin haksızlığa uğraması, mesnetsiz iddialarla suçlanması sahtekarlık ve iki yüzlülüktür.

AB’nin, Doğu Akdeniz ve Ege’deki gayri meşru ve gayri hukuki dayatmalara sözcülük yapması; bize göre hem bölge barışını dinamitleyen, hem de Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkileri daha da gergin bir mecraya sürükleyen sorumsuzluktur.

Yunanistan’ın ahlaksız ve korsanvari hamlelerine sessiz kalan AB’nin artık inandırıcılığı ve itibarı nazarımızda neredeyse kalmamıştır.

Atina yönetiminin 10 mil hava sahası iddiasına gıkları çıkmayanların Türkiye’ye parmak sallaması namertliktir.

Gayri askeri statüdeki adaları silahlandıran, sürekli damarımıza basan Yunanistan’a itiraz edemeyenlerin Türkiye’yi yargılama ve töhmet altında bırakmaya hakları da yoktur, buna haysiyetleri de elvermeyecektir.

Uluslararası hukuka ve müttefiklik ruhuna aykırı ne varsa ülkemiz aleyhine reva görülmektedir.

Biz, AB’nin lekeli yüzünü Yunanistan mazlum göçmenlere saldırırken gördük.

Biz, AB’nin karanlık niyetini İspanya’nın Melilla kentinde sınırı geçmek üzereyken katledilen 37 göçmenin feryadından duyduk.

İşte böylesi bir atmosferde, 29-30 Haziran 2022 tarihlerinde Madrid’de toplanacak NATO Liderler Zirvesi bütün dikkatleri üzerine çekmiştir.

Bu zirve önemli bir kavşaktır.

“Stratejik Konsept 2023” belgesinin görüşüleceği zirvede, Türkiye’nin tutumu ve duruşu muhatap ülkelerde merak uyandırmaktadır.

Aynı zamanda İsveç ve Finlandiya’nın da NATO’ya başvurularının oylanması beklenmektedir.

Ancak özellikle İsveç bugüne kadar Türkiye’nin eleştirdiği konularda somut ve ikna edici adımlar atmaktan devamlı imtina etmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak İsveç ve Finlandiya’nın pişmanlık emaresi göstermeden, dürüst ve çelişkisiz bir diplomasi rotasına girmeden, üstelik terörle aralarına kalın bir çizgi çekmeden NATO’ya üye olmalarına karşıyız, karşı duracağız.

Türkiye’miz, kısa vadeli kazanımlar uğruna, uzun vadeli çıkarlarına asla gölge düşürmeyecektir.

Yeri geldi mi, agresif politikalara rafine cevaplarla karşılık vermemiz, tarihi ve milli haklarımızla bezenmiş duruşumuzla mukabele etmemiz kaçınılmaz bir millet görevidir.

Hakkımızı yedirmeyiz, hiç kimsenin hakkına da göz koymayız.

Milli haysiyetimizi çiğnetmeyiz, çiğnemeye kalkışanların da alınlarını santim santim karışlarız.

Baş veririz, fakat asla baş eğmeyiz.

Boynumuz kıldan incedir, ancak büküldüğü hiçbir zaman görülmemiş ve görülmeyecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Bazen kelimeler dizilir insanın boğazına, söz inat eder çıkmaz ağızdan.

Geçmiş gelir aklınıza, yaşanmışlıkların hatırası düğüm düğüm olur hafızalarınızda.

Öyle puslu havalar yaşanır ki, Milli Mücadele Kahramanı Merhum Kazım Karabekir’in dediği gibi, şeytanın bile Müslüman mintanı giydiğine tanık olunur.

Merhum Hünkarımız Kanuni Sultan Süleyman, pek çok özelliğinin yanı sıra sanatkar bir ruha da sahipti.

Muhibbi mahlasıyla şiirler yazmıştı.

Bir gün sarayın bahçesinde dolaşırken, meyve ağaçlarının bazılarında çürüme fark eder.

Dikkatle incelediğinde çürüyen ağaçların karıncaların istilasına uğradığını görür.

Ağaçları ilaçlamak istese de, önce dönemin alimi, şeyhülislamı ve hocası Ebussuud Efendi’ye danışmak ister ve şöyle seslenir:

Meyve ağaçlarını sarınca karınca, günah var mıdır karıncayı kırınca?

Ebussuud Efendi’nin cevabı sarsıcı, öğretici, öğütleyici ve düşündürücüdür:

Yarın Hakk’ın divanına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca.

Türk Ocakları’nın Kuruluşu’nun 110’uncu Yılında; İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları Sempozyumu’nda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın konuşmalarını dinleyince, hele hele devlete seri katil diyen bir müfterinin, bir suçlunun anılan sempozyumda olduğunu öğrenince bu duygu ve düşünceler kapladı ruhumu.

Halbuki Türk Ocakları göz nurumuzdu, bir nevi mektebimiz, mefkûremizdi.

İlk sevdamızdı, fikirlerimizin sistemleşip sadırdan satıra döküldüğü ülkü membaımızdı.

Türkçülüğün ilk sancağı Türk Ocağı’nda kaldırılmıştı.

1931’den 1949 yılına kadar kapalı olduğu 18 yıllık bir dönemi kenara koyarsak, fiilen kurulduğu 3 Temmuz 1911’den, resmen kurulduğu 25 Mart 1912’den itibaren Türk’ün, Türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin beşiğiydi.

Türk Ocakları, Ahmet Ağaoğlu’ndan Yusuf Akçura’ya; Mehmet Emin Yurdakul’dan Ahmet Ferit Tek’e; Hamdullah Suphi Tanrıöver’den Osman Turan’a varıncaya kadar nice fazıl, inanmış ve davasına baş koymuş büyüklerimiz vasıtasıyla kollarını açıp uçurumların önüne set çekmişti.

Milli Mücadele yıllarında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’da bulunan yakın çevresinin Türk Ocaklılar olduğunu Enver Behnan Şapolyo şöyle anlatmıştı:

“Hamdullah Suphi’nin gelişinden Gazi Mustafa Kemal Paşa ziyadesiyle memnun olmuştu. Onun etrafında bir fikir halkası teşekkül ediyordu. Çankaya’da Atatürk’ün fikir arkadaşlarının hepsi de Türk Ocaklı idiler. Kâzım Karabekir dâhil olmak üzere, Hamdullah Suphi, Yusuf Akçura, Halide Edip, Ağaoğlu Ahmet, Reşit Galip, Mustafa Necati, Vasıf Çınar, Celâl Sahir, Mahmut Esat, Ruşen Eşref, Veled Çelebi, Besim Atalay, Tunalı Hilmi vb hepsi de ateşli ve gayeye inanmış Ocaklı milliyetçilerdir.”

12 Eylül 1980 darbesini müteakiben talimatla açılan “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davasının iddianamesi, MHP ve ülkücü kuruluşları “1912’de Türk Ocakları’nın kuruluşuyla faaliyete geçen bir suç örgütü” olarak şerefsizce yaftalamıştı.

Sadece 583 dava insanımızı değil, bir fikrin ve onun tarihinin de mahkum olması için cuntacılardan emir alan hukuk katliamcısı Nurettin Soyer eliyle bir tezgah kurulmuştu.

Şimdi herkes elini vicdanına koyup düşünsün, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Türk Ocakları’nın Kuruluşu’nun 110’uncu Yılında; İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları Sempozyumu’nda” ne işi vardır?

Biz bu hazin manzarayı nasıl okuyalım? Neye yoralım? Nasıl yorumlayalım?

Davet ede ede, hem de böylesi bir dönemde Kılıçdaroğlu mu davet edilmiştir?

Benim sözüm Türk Ocakları’nın üç-beş yöneticisinedir.

Ya bunu nasıl yaptınız? Nasıl böyle bir hatanın faili oldunuz? Bu gaflete nasıl kapıldınız?

Kılıçdaroğlu’nun “din halkın afyonudur” diyen, üstelik İslam dünyasıyla ilgili bir sempozyumda, Karl Marx’tan alıntı yaparak salonda hazır bulunanlara hitap etmesine nasıl katlandınız?

O salondan mesela Ziya Gökalp, mesela Erol Güngör, mesela Mehmet Eröz’ün yerine Marx’ın görüşlerinin kamuoyuna yansımasını içinize nasıl sindirdiniz? Bunu nasıl hazmedebildiniz?

Ben çok üzüldüm, dalıp dalıp uzaklara gittim, acaba Türk Ocakları yönetimi hiç mi rahatsız olmadı? Hiç mi vicdan azabı çekmedi?

Türk milletinin kurşun gibi ağır günlerden geçtiği bir dönemde bu Türk Ocakları ne yapar, ne arar, neyle meşgul olur?

Ebussuud Efendi’nin cevabını bir kez daha haykırıyorum:

Yarın Hakk’ın divanına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca.

Bizim asıl Ocağımız, teslim olmuş bir Ocak değildir. Adı ve unvanı da tertemiz ülkü erlerinin inancıyla, şehit ve gazilerimizin kahramanlığıyla bayraklaşan Ülkü Ocakları’dır.

Kaynağını Türk-İslam Ülküsünde bulmuş Türk milliyetçiliği bizim damarlarımızda dolaşan kanımız, dünyaya Türkçe bakışımızın fikir namusudur.

Türk Ocakları 110 yıl evvel millet zillete düşmesin diye kurulmuştu, ama 110 yıl sonra zillete ev sahipliği yaparak geçmişine kalın bir sünger çekmiş, bizim de ciğerimizi dağlamıştır.

Çok söze gerek yoktur, Türk Ocakları’nın vaki açmazını en iyi değerlendirip sorgulayacak olanlar bu Ocağın samimi ve sağduyulu mensuplarıdır. Bu da onlar için bir tarih ve millet vazifesidir.

Değerli Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi’nin Meclis Grubu, TBMM yaz tatiline girmeden evvel sırasıyla ele alınacak kanun tekliflerinin görüşmelerine eksiksiz katılacaktır.

2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin, yani ek bütçenin;

Sayıştay üye seçiminin,

Askeri Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin,

Geldiğimiz bu aşamada kanunlaşması acil bir ihtiyaç olan ve kamuoyunda dezenformasyon düzenlemesi olarak tanımlanan Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin ve gündemdeki diğer kanun tekliflerinin müzakere ve oylamalarına aktif ve tam kadro halinde katılıp irade ve desteğimizi göstereceğiz.

Memur ve emeklilerimizle birlikte asgari ücretle çalışan kardeşlerimizin enflasyona ezdirilmeyeceğine, maaş ve ücretlerde beklenen artışlarla birlikte refah düzeyinin yükseleceğine gönülden inanıyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanımızın dün yaptığı açıklamaları memnuniyetle karşılıyor, aynı şekilde milletimizin lehine olacak her kararın da yanında duracağımızın teminatını veriyoruz.

Sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, başarılı, sağlıklı ve verimli bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*