Devlet demek hukuk demektir.
Türk devlet ve yönetim felsefesinin dayanağı adalettir.
Adalet ve hukukun tahribatı devletin zaafına yol açacaktır.
Özellikle Anayasa Mahkemesi ile Danıştay’ın verdiği bazı kararların doğrudan devlet onuruna, milli varlık ve güvenliğimizin ruhuna zarar verdiği açıktır.
Sosyal, siyasal ve ekonomik istikrarın güvencesi hukuktur.
Milletimizin sinir uçlarını tahriş eden, FETÖ’cülerle PKK’lılara alan açan sözü geçen yüksek mahkemelerin, sıra fiyat istikrarını hedef alan fiyat anarşistleriyle ilgili önleyici kararlar almaya geldiğinde üç maymunu oynaması işgüzarlık ve ikiyüzlülüktür.
Ekonomik büyümenin dizginlenmesi, istihdamın geriletilmesi, cari dengenin bozulması için el ovuşturan, fiyat etiketlerini sürekli olarak yukarı yönlü güncelleyen fırsatçıların, azgın fiyat anarşistlerinin ve bunların arkasındaki FETÖ’cülerinhukuken hesabı sorulmadan sosyal ve ekonomik huzur nasıl temin edilecektir?
İnsanımızın ekmeğine ve cüzdanına ambargo koyanların yakasından adalet ne zaman tutacaktır?
15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü sonrasında, hain örgütle ilişki ve iltisakı belirlenen yaklaşık 4 bine yakın hakim ve savcı meslekten ihraç edilmişti.
FETÖ’cüler diğer alanlarda olduğu gibi, yıllar içinde adalet müessesine de yuvalanmışlardı.
Türk hukuk sistemi zehirlenmiş, haksızlık ve hukuksuzluk habis bir ur gibi yayılmıştı.
Danıştay 5.Daire’nin FETÖ’den ihraç edilen 387 hakim ve savcıyı tekrar mesleğe iade eden kararı çok tehlikelidir, çok sakıncalıdır, hukuki bir temeli yoktur.
Bu dairenin göreve iade kararı verdiği kişiler arasında ankesörlü hatlarla haberleşen, mahrem imamlarla irtibatı olan, ByLock yazışmalarında adı geçen, terör örgütüne bağış yapan, hakkında örgüt üyeliğinden işlem yapılan isimlerin olması nasıl izah edilecektir?
Danıştay 5.Daire nereye hizmet etmektedir?
Bu karar alınırken 5.Daire üyeleri maklube mi yiyorlar, haşhaşilerin vaazlarını mı dinliyorlardı?
FETÖ’cüleri aklamak vatana, millete ve adalete ihanet değil midir?
FETÖ’cüleri göreve iade etmek cinayet değil midir?
FETÖ’ye merhamet şehitlerimize hakaret değil midir?
Danıştay 5.Dairesi adalet ve hukuka göre karar vermemiştir.
Allah’tan Hakimler ve Savcılar Kurulu devreye girmiş ve mesleğe iadesi yapılan 387 kişi hakkında yeni bir inceleme başlatmış, aynı zamanda Danıştay İdari Davalar Genel Kurul’una da gerekli itirazlar yapılmıştır.
Tam da böyle bir zamanda ahı gitmiş vahı kalmış bir yazar müsveddesi sosyal medya hesabından 15 Temmuz ile ilgili demiş ki: “Hükümet 4 ay önceden darbe olacağını bütün ayrıntılarıyla biliyordu. Halk ne olduğunu bilmeden darbeye karşı meydanlara çıktı. Sonuçta olan bu ülkeye oldu…”
Şayet bu şahıs iddialarının ispatını yapmazsa, şerefli bir Türk savcısının huzurunda yazdıklarını tevsik etmezse dünyanın en namert insanıdır.
FETÖ’nün propagandasına çanak tutulması, 15 Temmuz’a tiyatro denilmesi alçaklığın dibidir.
…
Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma
Değerli Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
Haftalık olağan Meclis Grup toplantımıza başlarken hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyor başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Bugünkü toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından takip eden tüm vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda birlik ve dirlik mücadelesi veren tüm kardeşlerimize en halisane selamlarımı iletiyor, şükranlarımı sunuyorum.
Geçen hafta Antalya’da yaşanan aşırı yağışlardan kaynaklanan su baskınlarından zarar gören vatandaşlarımızın elinden tutulacağına inanıyor geçmiş olsun diyorum.
Hayatını kaybeden vatandaşımıza da Allah’tan rahmet, yaralı vatandaşlarımıza şifalar diliyorum.
13 Şubat 2024 Salı günü, Erzincan’ın İliç ilçesi Çöpler Köyü’nde, 2010 yılının Aralık ayından itibaren altın üretimi yapılan bir maden sahasından çıkarılarak istiflenen toprağın kaymasıyla milletimizi hüzne boğan bir felaket meydana geldi.
Milyonlarca metreküp toprak kütlesi 200 metrelik yamaçtan bir sel gibi vadiye akarak geniş bir alana yayıldı.
Maalesef 9 maden işçimiz toprak altında kaldı.
Toprak kaymasından hemen sonra kriz masası kuruldu.
Devletimiz gecikmeksizin bütün imkanlarıylaseferber oldu.
İlgili bakan ve bürokratlarımız kısa süre içinde maden sahasına giderek arama-kurtarma faaliyetlerine refakat etti.
Bir haftadır AFAD ekipleri, gönüllü yardım kuruluşları, hatta yöre insanımız çalışmalarını fedakarlıkla yürütmektedir.
İşçilerimize ulaşmak ve gün ışığına çıkarabilmek amacıyla maden alanına yığılan devasa toprak kütlesinin tahliye ve temizlik işlemi dikkatle ve kararlılıkla sürdürülmektedir.
Ancak heyelan bölgesinde hala riskli alanların varlığı, bu kapsamda yeni toprak kaymalarının zaman zaman yaşanıyor olması ister istemez arama kurtarma ekiplerini zora sokmakta, çalışmalarını da aksatmaktadır.
Üstelik bölgenin yağışlar sebebiyle çamur ve balçıkla kaplanmış olması araştırma ve incelemelerin metal dedektörlerle yapılmasını mecburi hale getirmektedir.
Kayaçların içindeki altın cevherini siyanürleyip ayrıştıran, müteakiben kalan siyanürlü atıkları suyla arındırıp tekrar kullanılmasını sağlayan, yani çok zor şartlarda damla damla dökülen alın terlerinin bereketiyle helal lokmasını arayan işçilerimizin hayata döndürülmesi yegane dilek ve beklentimizdir.
Üzgün olsak bile ümitsiz değiliz.
Kaldı ki Allah var gam yoktur.
Ümitlerimizi diri tutarak bölgeden gelecek müjdeli haberlere kulağımızı çevirmiş durumdayız.
Çöpler Maden Sahasında toprak kaymasını duyar duymaz Genel Başkan Yardımcımız ve Erzurum Milletvekilimiz Prof.Dr.Kamil Aydın başkanlığında teşkil edilen bir heyeti Erzincan İliç’e gönderdik.
Bölgeye derhal intikal eden heyetimiz, arama-kurtarma faaliyetlerini zaafa uğratmayan bir duyarlılıkla incelemelerini yapmışlar, hitamında tespitlerini bir rapor tanzim etmek suretiyle kayda geçirmişlerdir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak 13 Şubat 2024 tarihinden beri Çöpler Maden Sahasında vuku bulan sıcak gelişmeleri yakinen takip ediyoruz.
Üzerimize düşen veya düşebilecek her sorumluluğu bihakkın yerine getirmenin samimi niyetindeyiz.
14 Şubat 2024 Çarşamba günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin devreye girmesini elbette yerinde bulduk ve destekledik.
Nitekim Erzincan’ın İliç ilçesinde yaşanan kazanın tüm yönleriyle araştırılması ve benzer kazaların önlenmesine yönelik tedbirlerin belirlenmesi amacıyla; Anayasa’nın 98, İçtüzük’ün104 ve 105’inci maddeleri kapsamında Meclis Araştırması Komisyonunun kurulmasını isabetli bir karar olarak görüyor ve yanında duruyoruz.
Mezkur altın madeni faciasının her boyutuyla tetkik edilmesi, konuyla ilgili hiçbir boşluğun, hiçbir kuşkunun, hiçbir sisli noktanın bırakılmaması arzumuzdur.
Özellikle bazı televizyon yorumcuları, sözde çevreciler, nevzuhur maden uzmanları ve rantdevşirme peşinde koşan siyasetçilerin kamuoyuna yansıyan iddialarını dikkate alarak, Meclis Araştırması Komisyonu marifetiyle alayının dinlenmesi kanaatimce doğal ve doğru bir tercih olacaktır.
Herkes eteğindeki taşı döksün de görelim.
Kim ne biliyorsa açıklasın da öğrenelim.
Ülkemizi töhmet altında bırakan, milletimize korku aşılayan, yöre insanımızı istismar eden, heyelan bölgesini çıkarlarının ikmali için fırsat kapısı gören kim veya kimler varsa muhakkak görüş ve düşüncelerine müracaat edilmelidir.
Milletimizin, ak koyunu da kara koyunu da açıklıkla tefrik etmesi için uygun zemin oluşturulmalıdır.
Adeta uzaya çıkar gibi, özel koruyucu kıyafetlerin üstüne dehşet uyandıran maskeler takan ve ikinci Çernobil hezeyanını telaffuz edip siyanür atıklarının Sabırlı Deresi’ne akıtıldığını ve bu atıkların yağışla beraber yeraltı sularına karışarak Fırat Nehri’ni kirlettiğini söyleyenler iddialarını ispatla mükelleftir.
Ağzıyla değil de karnıyla konuşanların şımarıklıkları tahammül sınırlarından taşmıştır.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın konuyla ilgili kamuoyuyla paylaştığı,
“Toprak kayması sırasında akan malzemenin Fırat Nehri’ne ulaşmasının engellenmesi amacıyla Sabırlı Deresi’nin Fırat Nehri’ne ulaştığı menfezin kapaklarının kapatıldığı”na dair açıklama ortadayken, halen dedikodu üretmenin, halen kaygıları diri tutmanın ahlaken tutarlı bir yanı var mıdır?
9 canı, 9 hayatı kurtarma çalışmaları sürüyorken, kayan toprak kütlesinin içinde hangi ağır metallerin bulunduğuyla ilgili resmi ağızlardan bir açıklama yapılmadığını eleştirenlerin amacı bize göre üzüm yemek değil, bağcı dövmek için mevzi almaktır.
Acılarımız üzerinde siyasi ve ideolojik geçim kapısı açmaya heveslenmek vicdansızlıktır, insafsızlıktır, izansızlıktır, pis bir fırsatçılıktır.
Kayan toprak inşallah kaldırılacaktır, yaralarımız elbirliğiyle sarılacaktır, peki insanlığını kaybedenler tekrar eski hallerine nasıl dönebileceklerdir?
Ayıp değil mi? Günah değil mi? Yazık değil mi?
Karşımızda çok ciddi bir sorun vardır.
Bu ağır sorunun kalıcı şekilde çözümüyle birlikte, ucu nereye dayanıyorsa dayansın sorumluluğu somut delillerle belirlenen kurum ya da kişilerin adli ve idari temelde hesap vermesi acil ve elzem bir ihtiyaçtır.
Bilindiği üzere, dünyanın pek çok ülkesinde müessif maden kazalarına şahit olunmuştur.
Mesela 2000 yılında Romanya’da meydana gelen maden kazasının ardından sızan siyanürün nehre karışmasıyla vahim bir çevre felaketi doğmuş, sızıntı Macaristan ve Sırbistan’a kadar sirayet etmişti.
2009 yılında Gana’da, 2014 yılında Güney Afrika’da, 2015 yılında Kanada’da yaşanan maden kazaları çevreyi tahrip etmişti.
Fakat İliç’te böylesi bir tehlikeli sızıntı şu ana kadar tespit edilmemiştir.
Dünyada altın ayrıştırmasında en fazla kullanılan kimyasal madde siyanürdür.
Altın madenciliğinde, liç işlemiyle, yani sıvı kimyasallar vasıtasıyla değerli metallerin kazanılmasında kullanılan siyanür ve ortaya çıkacak diğer ağır metallerin çevre ve insan sağlığı için olumsuz etkileri olduğu bilinen bir husustur.
Elbette altın madenciliği yapan kuruluşların her türlü tedbiri azami düzeyde almaları, risk ve tehlikeleri minimize etmeleri beklenen, istenen, olması zorunluluk içeren sağlık ve güvenlik önlemidir.
Çöpler Altın Madeninde geçmişe sari var olan ihmaller zincirinin 13 Şubat faciasındaki payını yok saymak elbette mümkün değildir.
Çalışanların risklerden korunması için alınması gereken tedbirlerin göz ardı edildiği,
Yığınlarda oluşan çatlaklara karşı gerekli müdahalenin zamanında yapılmadığı,
İş güvenliği uzmanlarının ikazlarına rağmen çatlakların oluştuğu alanlara solüsyon basılması gibi eksik, hata ve kusurların süreç içerisinde yaygınlık kazanarak felaketin alt yapısını hazırladığı,
ABD’li şirketin alt işverenleri yeterince denetim ve gözetime tabi tutmadığı için tali kusurlu, maden operasyonlarından sorumlu olanların da asli kusurlu sayıldığı,
Maden sahasında oluşan çatlaklar nedeniyle bazı alt yüklenici firmaların işçilerini çektiği, ancak asıl yüklenici firmanın çalışmaya devam ettiği gibi iddialar bir haftalık süreç içinde ziyadesiyle gündeme yansımıştır.
Bu kapsamda yürütülen adli soruşturmanın sağlam ve sağlıklı sonuçlar verebilmesi için hazırlanan bilirkişi raporunun aceleye getirilmesi bir başka tartışma konusudur.
Bu nedenle bilirkişi raporunun tekrar ele alınması, yeni bir bilirkişi heyetinin oluşturulması bizim görüşümüze göre akla en uygun seçenektir.
Çöpler Altın Madeni felaketiyle birlikte Cumhur İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Sayın Murat Kurum ne hikmetse hedef tahtası haline getirilmiştir.
İliç’i konuşuyorken konunun Sayın Kurum’un bakanlık dönemine geçiş yapması, nihayetinde haksız ve hayasız eleştirilerin sökün etmesi sinsi bir propagandanın tedavülde olduğuna işaret etmiştir.
İstanbul’da havlu atacaklarını şimdiden fark eden müflis zihniyetler Sayın Kurum’u yıpratmak için devreye girmişlerdir.
Bir defa Çöpler Altın Madeninin yüklenici firmasına ÇED raporunu veren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı değildir.
Söz konusu bakanlık yalnızca çevresel etkileri değerlendirip denetlemektedir.
Bunun yanında altın madeninin çevreye zarar verip vermediğini incelemektedir.
Bahsi geçen altın madeni geçmişte defalarca denetlenmiş, 21 Haziran 2022 tarihinde de 20 metreküplük siyanür sızıntısı nedeniyle sorumlu görüldüğünden bu madeni işleten firmaya Çevre Kanunu’nda belirlenmiş en üst sınırdan para cezası verilmiştir.
Dahası ilgili firmanın faaliyetleri geçici süreyle durdurulmuştur.
Anlaşılacağı üzere, Sayın Murat Kurum görevini layıkıyla yapmıştır.
Verilemeyecek bir hesabının olmadığı ortaya çıkmıştır.
Altın madeni felaketinin sızısı yüreklerimizi titretiyorken, çok geçmeden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim sürecinin bir malzemesi haline getirilmesi baştan ayağa yanlıştır, maksatlıdır, utanmazlıktır.
Menfur ve melun emel sahiplerinin çabaları boşuna, çırpınışları beyhudedir; Allah’ın izniyle, Türk milletinin teveccühüyle Ankara altın çağına ulaşacak, İstanbul Muradına kavuşacak, yerel yönetimler zilletin ayak bağlarından mutlaka kurtarılacaktır.
Ne yaparlarsa yapsınlar, istismarın kazanını olmayacak, ihanetin sonu olmayacak, iradesizliğin sonucu görülmeyecektir.
Çöpler Altın Madeninde yaşanan felaketin derin izlerini beraberce sileceğiz.
Bu zor günleri Allah’ın izniyle bertaraf edeceğiz.
Milletimize ve yöre insanımıza çok geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Toprak altında bulunan işçilerimizin sağ salim çıkarılmalarını ve aileleriyle kucaklaşmalarını Rabbim’den niyaz ediyorum.
Maden felaketine neden olan ihmallerde payı bulunan hiç kimsenin gözünün yaşına bakılmaması temennimdir.
Taşı toprağı altın olan İliç ilçemizin ve Çöpler Köyümüzün tekrar belini doğrultacağı günler yakındır, devlet-millet dayanışmasıyla bu sıkıntılı günler sabırla, sebatla aşılacaktır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Dış politikada, doğası gereği, ülkeler arası gerginlikler veya yakınlıklar zaman zaman farklılaşıp şekil değiştirmektedir.
Uluslararası ilişkiler akışkan ve dinamik bir süreçtir; tarihin, kültürün, coğrafyanın, jeo-politik ve jeo-stratejik müktesebatın, aynı şekilde milli hedeflerin bileşkesinde hakiki mana ve muhtevasını bulmaktadır.
Şayet uluslararası ilişkiler statükonun çekim alanına sabitlenip diyalog ve diplomasi kanalları tıkanırsa sıcak çatışmalar tetiklenecek, bölgesel ve küresel savaşlar ortaya çıkacaktır.
Devletlerarası ilişkilerde kalıcı dostluktan, kategorik düşmanlıktan bahsetmek mümkün değildir.
Esas olan mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde değerlerle pekişmiş karşılıklı anlayış ve çıkarlara saygıdır.
Dünya genelinde belirsizlikler endişe verici ölçüde artış halindedir.
Küresel siyaset ve diplomasinin öngörülebilirliği gittikçe zayıflamaktadır.
Farklı coğrafyalarda tezahür eden kriz ve ihtilaflar milletler ve medeniyetler arasındaki barış, huzur ve istikrarı tehdit etmektedir.
Hızlanan, kızışan ve çapı genişleyen siyasi, ekonomik, ticari ve hegemonik güç mücadeleleri yumuşama yerine sertliği, diyalog yerine restleşmeyi, diplomasi yerine dipsiz anlaşmazlıkları körüklemektedir.
Bölgesel ve küresel kutuplaşma kaotik bir dünya tablosunu resmetmektedir.
Türkiye’miz böylesi çalkantılı ve fırtınalı bir ortamda yüksek öngörü, manevra kabiliyeti, milli ve manevi değerlerle zenginleştirilmiş diplomasi gücüyle dikkatleri üzerine çekmektedir.
Hem sahada hem de masada muktedir bir Türkiye gerçeği elbette taraflı tarafsız herkesin takdirini toplamaktadır.
Çok yönlü ve tesirli diplomasi demek, farklı zaman ve dönemlerde, farklı taraflarla aynı anda görüşmek, konuşmak ve temas kurmak demektir.
Türkiye’nin yaptığı da budur.
Bu sayede milli güvenliğimize, milli varlığımıza ve egemenlik haklarımıza yönelik tehdit ve sınamalar etkisiz hale getirilmektedir.
Çevremizde barış, huzur, refah ve istikrar kuşağının tesisi amacıyla akıl ve ahlak temelli diplomatik ilişkiler kesintisiz mesafe almaktadır.
Türk ve Türkiye Yüzyılında partimizin dış politikaya bakışının ana çerçevesi dünya barışını ve milli güvenliğimizi, ekonomik kalkınma ve refahı temin gayesi üzerine bina edilmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın geçen hafta gerçekleştirdiği Birleşik Arap Emirlikleri ve bilhassa Mısır ziyareti hakikaten de tarihi niteliktedir.
Mefluç ve mahvı perişan vaziyette olan muhalefet hangi ezberleri telaffuz ederse etsin, atılan sağlam adımları karalamak için nasıl bir bozuk dil kullanırsa kullansın, biz bu ziyaretin hem doğru hem de zamanlama itibariyle çok yararlı ve yerinde olduğunu değerlendiriyoruz.
İnanıyorum ki, Türkiye-Mısır ilişkileri olması gereken mevkie tırmanacak, kurulan dostluk ve kardeşlik bağları iki ülkenin de çıkarına hizmet edecektir.
Mısır ile asırlara dayanan tarihi, kültürel ve inanç temelli köklü bir ortak geçmişimiz vardır.
Bu geçmişin kutlu bir geleceğe köprü olması iyi niyetli temennimizdir.
Daha düne kadar İstanbul ile Kahire’nin kader çizgisi bir ve aynıydı.
Türkiye ile Mısır’ın ayrı düşmesi, birbirine sırtını dönmesi, ilişki ağlarının zedelenmesi müşterek tarih ve coğrafyanın bizatihi ruhuna terstir ve bununla birlikte olumsuz faturası da kabarık olacaktır.
İki ülke arasında, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantılarının Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Ortak Bildirinin imzalanmasının yanında ticaret hacminin 15 milyar dolara çıkarılma hedefi sevindirici ve umut verici bir gelişmedir.
Ekonomi, ticaret, enerji, turizm, eğitim, kültür ve savunma sanayi alanlarında Türkiye ile Mısır’ın yakın temas ve irtibatı iki ülkenin stratejik avantaj ve kazancını tahkim edecektir.
Muhalefet partilerinin koro halinde “dün şunu demiştin, bugün böyle diyorsun” çıkışları Türk dış politikasının yüksek misyon ve vizyonunu idrak ve itiraf edemeyen sefil bir anlayışın hezeyanıdır.
Çevresiyle buzları eriten, anlaşmazlıkların düğümünü çözen ve yükseliş halinde olan Türkiye başta CHP olmak üzere zillete düşen diğer muhalefet partilerini kıskandırmakta ve çatlatmaktadır.
Onlar umudunu yapay zekaya bağlaya dursunlar, Cumhur İttifakı Türk milletinin muazzam zekasıyla daha çok işleri başaracak, çağın alnına Türk ve Türkiye Yüzyılının mührünü inançla basacaktır.
Türkiye ile Mısır’ın yakın diyaloğu İsrail zulmüne karşı da güvenlik şemsiyesidir.
Mısır’ın Gazze’de işlenen soykırım suçuna yönelik tavrı memnuiyet vericidir.
İsrail Başbakanı Netenyahu’nun ısrar ve inatla Refah’a operasyon yapacaklarını ileri sürmesi savaşı Gazze’nin dışına taşıma hamlesi şeklinde okunmalıdır ve Mısır için de tehdittir.
Gazze’li masumların sığındığı Refah’a saldırmak çılgınlıktır ve sonu İsrail için felakettir.
İsrail, Refah’tan kesinlikle uzak durmalı, işlediği cinayetlerine, yaptığı insanlık dışı operasyonlara yenilerini eklemekten mutlak surette kaçınmalıdır.
İsrail’in Refah’a girmesi halinde Mısır’ın barış anlaşmasını askıya alacağını duyurması, 1967 ve 1973 savaşlarının daha şiddetli olarak tekerrür edeceğini, bu defa İsrail’in çok ağır bedel ödemek durumunda kalacağını muhataplarına ihsas ve ilan etmektedir.
İsrail katliamlarına son vermelidir.
Uluslararası toplum yalnızca sözle, sızlanmayla, kınamayla yetinmemelidir.
Müşerref olacağımız mübarek Ramazan ayı girmeden kalıcı ateşkes sağlanmalı, insani dram bitmelidir.
İki devletli çözüm için Birleşmiş Milletler ve küresel vicdan çok acil harekete geçmelidir.
Tekrar ediyorum, başkenti Doğu Kudüs olan, 1967 sınırları temelinde, bağımsız ve toprak bütünlüğüne haiz Filistin kurulmadan Ortadoğu’da barış, huzur ve istikrar sadece hayalden ibaret kalacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
1911-1912 yıllarında Trablusgarp Savaşı sürüyorken iç siyasi tartışmalar vatanın ve milletin aleyhine olacak şekilde yoğundu.
Askerimiz cephede kan dökerken, çıkarlarının hesabını yapan siyasi bozguncular hiç boş durmuyordu.
Vatan topraklarının kaybı bu hasis çevrelerin gündemi ve umuru değildi.
İkinci Meşrutiyet döneminde Osmanlı MebusanMeclisi Reisliği görevini üstlenen Merhum Halil Menteşe, anılarında Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurucularından Lütfi Fikri Bey ile aralarında geçen ibretlik bir konuşmayı şöyle nakletmişti:
“İnsan olarak çok sevdiğim Lütfi Fikri Bey’e: ‘Sen Avrupa’da okudun. Hürriyet hududunu takdir edersin. Düşman hudud-u vatanı topa tutarken milli dayanışmayı yıkmaya, iç buhranı güçlendirmeye nasıl çalışıyorsun?’ demiş, maalesef kendisinden şu cevabı almıştım: Azizim sizi devirmek için bu bir fırsattır, elden kaçıramayız.”
Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in bir sözü Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemindeki muhalefetin nasıl bir anlayışta olduğunun veciz ifadesidir:
“Bizdeki muhalefet iktidarı düşürmek şartıyla vatanı düşürmeye bile razıdır.”
Lütfi Fikri Beylerin nesli tükenmemiştir.
İktidara değil de ülkesine muhalefet edenler siyasetin konusu olmaktan çok emperyalizmin konu mankenidir.
Bildiğiniz üzere, 93 harbi sırasında Nene Hatun 3 aylık bebeğini geride bırakıp koşa koşa cepheye katılmıştı.
“Çocuğun çok küçük, geri dön” dediklerinde, Nene Hatun’un cevabı tarihe geçmişti:
“Bebeğim anasız büyür de vatansız büyüyemez.”
Nene Hatun’un feragat ve ferasetinin kırıntısını arasanız dahi muhalefet partilerinde asla bulamazsınız.
Vatan olmazsa siyasetin esamisi okunmaz, okunamaz.
Şahsiyetli siyasetle şahsiyetli insan aynı denize dökülen iki nehir gibidir.
Bunlar birbirinin mütemmim cüzüdür.
Zihniyetleri kiralık, kalpleri karanlık, siyasetleri kifayetsiz ve kimliksiz olanların ne milletimize ne de ülkemize bir faydaları dokunmaz, dokunamaz.
Türkiye eski Türkiye değildir.
Köprünün altından çok sular akmıştır.
Ya muhalefet değişecek ya da millet cibilliyet ve ciddiyet yoksunu bu muhalefetin defterini dürecektir.
Muhalefet partilerinin Türkiye’nin egemenlik haklarını ve beka mücadelesini hafife alması, bununla da yetinmeyip savsaklama ve sulandırma çabası ağır yaralı ve yüreksiz bir siyasetin ibra ve ifşasından başka bir şey değildir.
Bölücü terör örgütü PKK’yla DEM’lenerek bağ kurmak, FETÖ’yle taşeronlar eliyle bağlantıya geçmek ülkemize ve milletimize yapılabilecek en vahim kötülüktür.
CHP sadece kendi içinde kavgalı değil, Türk milletiyle de sorunludur.
Bu CHP’nin yerel yönetimlerde yedek kulübesine çekilmesi, ıslah ve terbiye edilmesi milli bir görevdir.
DEM’lenmiş CHP’nin doğrusu ile yanlışı birbirine karışmış, milli ve manevi aidiyeti kalmamıştır.
DEM’lenmenin maskesi kent uzlaşması, sandık uzlaşması, Türkiye ittifakı olarak açıklanmaktadır.
DEM Parti, artık CHP’nin karar ve kumanda odasına kadar nüfuz etmiş, kimin aday yapılıp yapılmayacağını tayin eden vesayetçi bir konuma sahip olmuştur.
Esenyurt’tan Kadıköy’e ve Mersin’in bazı ilçelerine kadar görünen çarpıcı gerçek budur ve aslında her seçim çevresinde adı konulmamış kokuşmuş ittifak ilişkisi DEM’lenen ve boyunduruk altına alınan CHP’nin iç yüzünü deşifre etmiştir.
CHP ile DEM iç içe geçmiş, birisini diğerinden ayırt etmek zorlaşmıştır.
Özgür Beyin irade ve siyasetinin şifreleri DEM’ineline geçmiştir.
Kuklalar belli, kuklacılar bilinmektedir.
31 Mart’ta Türkiye’yi DEM’lemeye ve devirmeye çalışanlara Türk milleti müsaade etmeyecek, müsamaha göstermeyecektir.
Cumhur Bizim Türkiye Hepimizindir.
Aziz Atatürk’ün adını ve anılarını hiçe sayanları, elleri öpülesi ecdadımıza hakaret edenleri, Türklüğü rafa kaldıranları, İstanbul’u Ermenilerin şehri olarak gösterenleri Türk milleti affetmeyecektir.
Bu zillete aziz milletimiz müstahak değildir ve olmayacaktır.
Sırf oy avcılığı uğruna, sırf bazı odaklara şirin ve sevimli görünmek adına milli varlığımızı tartışmaya açmak, etnik ve mezhep ayrımcılığını kamçılamak düşman dilidir, milliyetsizlerin ağzıdır.
CHP, DEM’lenmekle ekseninden kaymıştır.
CHP kayış koparmış, dingil kırmış, dengeyi kaybetmiştir.
DEM’lenmiş CHP sakat ve skandal bir siyasetin pençesinde kıvrana kıvrana tükenişe ve inişe geçmiştir.
Nihayet yerel yönetimleri Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefleriyle buluşturma vakti gelip çatmıştır.
Malum yerel yönetimleri düştükleri zillet çukurundan çekip çıkarmanın zamanı yaklaşmıştır.
O zaman 31 Mart 2024 tarihidir.
Vakit Cumhur İttifakı’nda toplanma ve kucaklaşma vaktidir.
Vakit el ele vermenin, gönüllerde birleşmenin, hep birlikte Türk milletiyiz demenin vaktidir.
Bihakkın saflarımızı sıkı tutacağız, Kızılelmayadoğru koşar adım yürüyeceğiz.
Çürümüş bir kalem sahibinin geçtiğimiz günlerde bir gazete köşesinde yazdığı aynen şuydu:
“Ey alt eğitimli ve alt gelir grupları, bilesiniz ki, verdiğiniz oylar ile ülkeyi kurtarmıyor, tersine yıkımına destek oluyorsunuz. Ve siz bu oyları vererek cennete gider misiniz bilmiyorum, ama evlatlarınıza cehennem gibi bir yaşam bırakıyorsunuz.”
İşte biz bu halk ve demokrasi düşmanlarına, seçkinci ve kaymak tabakaya tutunmuş satılık kalem yobazlarına bu aziz vatanı bırakmayacağız.
Milletimizi aşağılayan, gelirini ve eğitimini küçümseyen, zımnen cahil diyen zilletin devşirilmiş kalemşörlerine asla boyun eğmeyeceğiz.
Yılmayacağız, yıkılmayacağız, yıktırmayacağız, sonunda yükseldikçe yükseleceğiz.
Taviz vermeyeceğiz, teslim olmayacağız, tembellik gösteremeyeceğiz, mutlaka kazanacağız.
Cumhuriyet’in yeni yüzyılında cumhurun muhteşem zaferine hep birlikte imza atacağız.
Zalimlere karşı aynı siperdeyiz.
Zillete karşı aynı mevzideyiz.
Hainlere karşı aynı hizadayız.
Türkiye düşmanlarına karşı aynı çizgideyiz.
Biriz, diriyiz, hep birlikte Türkiye’yiz, Türk milletiyiz.
Çağrımız, bu millet, bu vatan, bu bayrak benim diyen her insanımızadır.
Çağrımız, her insanımızı kardeş, her yöremizi aziz bilen Türkiye sevdalılarınadır.
Paylaşılacak vatanım, vazgeçilecek insanım yok diyen her vatan evladıyla geleceğimiz bir ve ortaktır.
Biz birlikte Türkiye’yiz diyen herkes bizim özbeöz kardeşimizdir.
Değerli Arkadaşlarım,
Devlet demek hukuk demektir.
Türk devlet ve yönetim felsefesinin dayanağı adalettir.
Adalet ve hukukun tahribatı devletin zaafına yol açacaktır.
Özellikle Anayasa Mahkemesi ile Danıştay’ın verdiği bazı kararların doğrudan devlet onuruna, milli varlık ve güvenliğimizin ruhuna zarar verdiği açıktır.
Sosyal, siyasal ve ekonomik istikrarın güvencesi hukuktur.
Milletimizin sinir uçlarını tahriş eden, FETÖ’cülerle PKK’lılara alan açan sözü geçen yüksek mahkemelerin, sıra fiyat istikrarını hedef alan fiyat anarşistleriyle ilgili önleyici kararlar almaya geldiğinde üç maymunu oynaması işgüzarlık ve ikiyüzlülüktür.
Ekonomik büyümenin dizginlenmesi, istihdamın geriletilmesi, cari dengenin bozulması için el ovuşturan, fiyat etiketlerini sürekli olarak yukarı yönlü güncelleyen fırsatçıların, azgın fiyat anarşistlerinin ve bunların arkasındaki FETÖ’cülerinhukuken hesabı sorulmadan sosyal ve ekonomik huzur nasıl temin edilecektir?
İnsanımızın ekmeğine ve cüzdanına ambargo koyanların yakasından adalet ne zaman tutacaktır?
15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü sonrasında, hain örgütle ilişki ve iltisakı belirlenen yaklaşık 4 bine yakın hakim ve savcı meslekten ihraç edilmişti.
FETÖ’cüler diğer alanlarda olduğu gibi, yıllar içinde adalet müessesine de yuvalanmışlardı.
Türk hukuk sistemi zehirlenmiş, haksızlık ve hukuksuzluk habis bir ur gibi yayılmıştı.
Danıştay 5.Daire’nin FETÖ’den ihraç edilen 387 hakim ve savcıyı tekrar mesleğe iade eden kararı çok tehlikelidir, çok sakıncalıdır, hukuki bir temeli yoktur.
Bu dairenin göreve iade kararı verdiği kişiler arasında ankesörlü hatlarla haberleşen, mahrem imamlarla irtibatı olan, ByLock yazışmalarında adı geçen, terör örgütüne bağış yapan, hakkında örgüt üyeliğinden işlem yapılan isimlerin olması nasıl izah edilecektir?
Danıştay 5.Daire nereye hizmet etmektedir?
Bu karar alınırken 5.Daire üyeleri maklube mi yiyorlar, haşhaşilerin vaazlarını mı dinliyorlardı?
FETÖ’cüleri aklamak vatana, millete ve adalete ihanet değil midir?
FETÖ’cüleri göreve iade etmek cinayet değil midir?
FETÖ’ye merhamet şehitlerimize hakaret değil midir?
Danıştay 5.Dairesi adalet ve hukuka göre karar vermemiştir.
Allah’tan Hakimler ve Savcılar Kurulu devreye girmiş ve mesleğe iadesi yapılan 387 kişi hakkında yeni bir inceleme başlatmış, aynı zamanda Danıştay İdari Davalar Genel Kurul’una da gerekli itirazlar yapılmıştır.
Tam da böyle bir zamanda ahı gitmiş vahı kalmış bir yazar müsveddesi sosyal medya hesabından 15 Temmuz ile ilgili demiş ki: “Hükümet 4 ay önceden darbe olacağını bütün ayrıntılarıyla biliyordu. Halk ne olduğunu bilmeden darbeye karşı meydanlara çıktı. Sonuçta olan bu ülkeye oldu…”
Şayet bu şahıs iddialarının ispatını yapmazsa, şerefli bir Türk savcısının huzurunda yazdıklarını tevsik etmezse dünyanın en namert insanıdır.
FETÖ’nün propagandasına çanak tutulması, 15 Temmuz’a tiyatro denilmesi alçaklığın dibidir.
Aynı anda Danıştay 5. Daire’nin kararı, işbirlikçilerin iddiaları, ülkemize giriş yaparken 4 FETÖ’cünün yakalanması ve Pensilvanyalı hainin Yusuf Suresi üzerinden gizemli mesajlar vermesi gizli bir toparlanmanın emaresidir.
Fakat o günler geçmiştir.
Gelecekleri varsa görecekleri de vardır.
Eğer yanılıp yenilip üstümüze gelen olursa, tavsiyem boy ölçüsüne uygun kefen biçtirmesidir, çünkü yatacağı yer sadece mezardır, hesabı da Yüce Allah’a verecektir.
Kuyuya düşen yoktur.
Yusuf Suresi’ne konu olacak bir şey yoktur.
Kuyuda Yusuf değil, kuyruğu kesilen yılan vardır, bu defa kafasını koparmak da bizim için and olsun şeref ve namus bahsidir.
Devlet, toplum ve siyaset alanı başta olmak üzere, farklı kesimlere saklanmış ve bulunduğu ortamın rengini almış kripto damarı bulup lime lime doğramazsak emin olunuz ki, günü geldiğinde acınacak hale düşmekten kaçamayız, kurtulamayız, yakamızı kurtaramayız.
Müslüman aynı delikten iki defa ısırılamaz.
Şansını denemek isteyen varsa hodri meydan, bu vatanın meydanları boydan boya mücadele ruhuyla bezenmeye sonuna kadar hazırdır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan 8.yargı paketinin, hak arama hürriyetini daha da güçlendireceğinden, kişisel verilerin ve özel hayatın korunmasına yönelik önemli düzenlemeleri ihtiva ettiğinden ve adalet hizmetlerinin etkinliğini artıracak olmasından dolayı destekleyeceğimizi bu vesileyle açıklıyorum.
Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.
Bir yanıt bırakın